11 Şubat 2024 Pazar

Zapatista ayaklanmasının 30. yıl dönümü kutlamalarından izlenimler

1 Ocak 2024, Zapatista ayaklanmasının otuzuncu yıl dönümüydü. ABD, Kanada ve Meksika arasındaki Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması’nın (NAFTA) yürürlüğe girdiği 1 Ocak 1994 tarihinde silahlı EZLN (Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu) militanları Chiapas eyaletinin yedi şehrinde hükümet binalarını basarak kontrolü ele geçirmişti. Günlerce süren çatışmalardan sonra 12 Ocak’ta ateşkes ilan edilmiş, ateşkes ilanından bir hafta sonra 70 bin kişi barış talebiyle başkent Meksiko Şehri’ne yürümüştü. Bu ayaklanma Zapatista bölgesindeki özyönetimin başlangıcı kabul ediliyor. Bu yıl dönümünün yanı sıra, 2023 yılı EZLN’nin kuruluşunun kırkıncı yılıydı. EZLN, 1983 yılında 1974’te dağılan Ulusal Kurtuluş Güçleri (FLN) kadrolarınca kurulmuştu. Bu iki önemli yıl dönümünü kutlamak için üç yıl önce oluşturulan Dolores Hidalgo karakolunda büyük bir kutlama düzenlendi. Ben de bu karakola giderek kutlamalara katılma imkânı buldum. Bu karakolda dünyanın her yerinden devrimciler için umut kaynağı olabileceğini düşündüğüm bir etkinliğe şahit oldum. Somut bir umuda zemin hazırlayabileceğini düşündüğüm izlenimlerimi elimden geldiğince aktarmak istiyorum.

Kutlamalara katılmak üzere, bir süredir ikamet ettiğim başkent Meksiko Şehri’nden 28 Aralık akşamı beş otobüsten oluşan bir konvoyla yola çıktık. Akşam 6’da başlaması planlanan yolculuğa ancak akşam 9’a doğru başlayabildik. Konvoyda tanıdığım hiç kimse yoktu fakat daha otobüsler yola koyulmadan bazı katılımcı arkadaşlarla sohbete başladık. Bulunduğum otobüste kutlamalarda sahne alacak olan müzisyen arkadaşlar ve etkinlikleri takip etmeye gelen basın emekçisi arkadaşlarla sohbet etme fırsatım oldu. Birçok Latin Amerika ülkesinden çok sayıda katılımcı gelmişti. Seyahat ettiğim kısımda Arjantin, Brezilya, Meksika ve Şili’den gelen arkadaşların yanı sıra Avrupa’dan ve ABD’den gelenler de vardı. Polis çevirmesi ihtimaline karşı insan hakları örgütlerinden avukat arkadaşlar da bize eşlik ettiler. Meksiko Şehri’nden Chiapas dağlarına yol uzundur. Biz de hem yola geç çıkmaktan hem de yolculuk sırasındaki gecikmelerden dolayı 29 Aralık akşamına doğru güneş batmadan Dolores Hidalgo’ya varmamızın mümkün olmadığını gördük. Chiapas’taki paramiliter faaliyetlerden kaynaklanan güvenlik sorunundan dolayı yola akşam devam etmek riskliydi. Bölgede son dönemde paramiliter gruplardan, uyuşturucu kartellerinden ve güvenlik güçlerinden kaynaklanan şiddet olayları meydana gelmişti. Guatemala-Meksika sınırının göçmenlerin engellenmesi amacıyla militarize edilmesi de bölgedeki gerginliği tırmandırmıştı. Bu güvenlik sorunları dolayısıyla EZLN’nin mevcut sözcüsü Subcomandante Insurgente (Asi Subcomandante – subcomandante’yi belki “astkomutan” olarak çevirebiliriz, bu terim sözcünün emir vermekten ziyade yerli halkların emirlerini yerine getirdiğini vurguluyor) Moisés kutlamaların yapılacağını duyururken “gelmenizi önermiyoruz ama yine de davet ediyoruz” demişti. Biz de bu sorunlar yüzünden rotayı güvenlik riskinin görece daha az olduğu Morelia Karakolu’na çevirdik.

İlk Zapatista karakolları 2003 yılında kurulmuştu. Morelia, bu ilk kurulan beş karakoldan biri. “Karakol” kelimesi İspanyolca’da “salyangoz” anlamına geliyor. Karakollar Zapatista özerk topluluklarının idari birimleri sayılabilir. Geçtiğimiz aylarda Zapatista hareketinin özyönetim pratiklerinde bir dönüşüm gerçekleştireceği duyurulduğundan konuya dair detaylı açıklamayı başka bir yazıya bırakıyorum. Bugün faaliyet gösteren en az 16 karakol mevcut, yeni idari yapılanmayla birlikte sanıyorum 50 kadar özerk Zapatista merkezi ortaya çıkacak. Morelia Karakolu, Chiapas eyaletinin Altamirano bölgesinde bulunuyor. Bu karakola akşam 11 buçuk gibi ulaşabildik. Karakoldaki yoldaşlar geleceğimizi yalnızca birkaç saat önce haber almışlar, bize ikram etmek için büyük bir kazanda kahve hazırlamışlardı. Kahvemizi içip sohbet ettik, Morelia Karakolu’nun faaliyetlerinin görece sınırlandığını, çoğu arkadaşın başka karakollara yerleştiğini öğrendik. Uyumamız için üstü kapalı bir alanı kullanıma açtılar. 26 saatten uzun süren yolculuğun ardından gece 1’e doğru uyku tulumuna girebildim.

Sabah 6’da kalkıp eşyalarımı ve uyku tulumunu topladım. Sabah 07:45’te tekrar otobüslere binip yola çıktık. EZLN’nin faaliyet gösterdiği bölge olan Meksika’nın Güneydoğu Dağları ve Chiapas eyaleti ülkenin en yoksul bölgesi olarak sınıflandırılıyor. Dağlardaki yerleşimlerin neredeyse tamamı Maya yerleşimleri. Bölgede Tseltal, Tsotsil, Ch’ol gibi farklı Maya dilleri konuşuluyor. Biz de beş otobüs bu dağlardan geçerken bu köylerin bazılarını görüyoruz. EZLN kutlamaları için geldiğimizi bilenler bazen bize el sallıyor. Otobüs dağlardan geçerken Toniná arkeolojik alanını ve Mayaların 1000 yıl kadar önce terk ettikleri şehrin Akropolis’ini de görüyoruz. Otobüs ilk kurulan beş karakoldan biri olan Garrucha karakolunun bölgesine giriyor. Garrucha’nın girişindeki Zapatistaların alkışlarıyla karşılanıyoruz fakat Garrucha’da durmadan etkinliğin yapılacağı Dolores Hidalgo’ya olan yolculuğumuza devam ediyoruz.

30 Aralık günü Dolores Hidalgo karakolunda otobüsten indiğimizde saat öğleden sonra 3’ü geçiyordu. Başka şehirlerden ve organizasyonlardan gelen katılımcıların sayısı yüksek olduğundan kayıt sırasında bir müddet beklemek gerekiyordu. Uzunca bir süre sırada bekleyip kayıt olabildikten sonra etkinlikleri izlemek üzere kutlama alanına geçtik. Çeşitli karakollardan gelen, birçoğu gençlerden oluşan grupların tiyatro oyunlarını izledik. Bu oyunlar sermaye sınıfına ve Meksika’nın siyasi elitine yönelik eleştiriler içeriyordu. Bu eleştirilerin hedefindeki siyasetçi merkez soldan gelen mevcut başkan Andrés Manuel López Obrador oldu. Tren Maya projesine yönelik tepkiler özellikle yaygındı. Tren Maya, Chiapas’tan başlayarak Tabasco eyaletinden geçtikten sonra Campeche eyaletinde ikiye bölünerek Yucatán ve Quintana Roo eyaletlerini birbirine bağlıyor. Böylece zengin ülkelerden gelen turistlerin indiği Cancún havalimanından Chiapas’ın arkeolojik alanıyla meşhur Palenque bölgesine dek bir tren hatta oluşturuluyor. Özellikle turistik bölgeleri birbirine bağlamayı hedefleyen tren hattı geçtiğimiz Aralık ayında faaliyete başladı. Yerli hareketleri ve EZLN projeye başından itibaren karşı çıktılar. Projenin bölgenin doğasına büyük zarar verdiği öne sürülüyor. Ormana verilen zararın yanı sıra, trenin rotasının çok sayıda jaguar yaşam alanından geçmesi de tepkilere yol açtı. Birçok milli park ve koruma altındaki doğal bölge Tren Maya projesinden olumsuz etkilendi. Tren Maya projesinin bölgede yaşayan yerli halklara danışılmadan hazırlanması da bölge halklarının tepkisine neden oldu.

Sergilenen oyunlardaki tren göndermeleri hem Tren Maya projesine ve ondan kaynaklanan doğa katliamına, hem de kapitalizmin ve kapitalist “ilerlemeci” ideolojinin felakete giden yolculuğuna işaret ediyordu. Kapitalizmin treninin ölüm saçtığı, özellikle doğa katliamları ve iklim kriziyle ilişkilendirilerek, çeşitli fırsatlarda vurgulandı. Bir başka öne çıkan konu seçim siyaseti ve seçim odaklı siyasi partiler eleştirisiydi. Bu partilere oy vermenin aynı kapıya çıktığı, hükümetteki Morena veya Yeşil Parti gibi merkez sol partilerin özünde sağ partilerden farklı olmadığı sıkça vurgulandı.

İşsizlik ve göç de oyunlarda öne çıkan konular arasındaydı. Ulusötesi şirketlerin yağmasının işsizliğe yol açtığı, işsizliğinse göçü tetiklediği vurgulandı. Bu koşullarda başka bir dünya inşasının gerekliliğinin altı çizildi, bunu gerçekleştirecek olansa bizden başkası değildi. Özellikle mülkün ortak olmasının önemi vurgulandı. Doğanın kimsenin özel mülkü olamayacağı, toprağın ortak mülk olması gerektiği savunuldu. Oyunlarda Zapatista topluluklar için tarımın öneminin de altı çizildi. Zapatista bölgesine gelip komünün kurallarını kabul edenlere tarım sektöründe çalışma imkânı sağlanacağı, elde edilen ürünün tarım işçileri ve farklı hizmet sunan emekçiler (hekimler ve eğitimciler gibi) arasında paylaşılacağı gösterildi. Bu ürünün işçilere ait olacağı ve ürünü tüketmek veya satmak konusunda işçilerin özgür olduğu söylendi. Buradan da anlaşılabileceği üzere, EZLN yeni bir dünyayı eskiden tamamen koparak inşa etmeyi planlamıyor. Bambaşka bir siyasal-toplumsal örgütlenme biçimini savunan ve kapitalist zihniyeti tamamen dönüştürmeyi hedefleyen EZLN kısa vadede kapitalist düzenle iç içe değil ama yan yana olan, onunla ilişkilenebilen bir Yeni inşa etmeye girişiyor. Bu Yeni’nin, kapitalist düzenle eş zamanlı olarak var olabileceği ama kapitalizmden farklı bir şey söyleyip farklı bir biçimde eyleyeceği anlaşılıyor. Bununla beraber bu süreçte kapitalizme kanıp kapitalistleşmemenin, sistemin bir parçası olmamanın hayati öneminin de farkındalar.

EZLN’nin yeni yapılanmasında da temel amaç kapitalist düzenle kapitalistleşmeden ilişki kurabilerek farklı bir dünya düzeni önermek, kapitalizmden mümkün olduğunca alan çalarak imkânları geliştirmek ve sonuçta bugün çoğu insan için düşünülemez ve kavranılamaz olanı mümkün kılmak. Bu yönüyle Zapatista hareketi devletleşmeden devletle yan yana ve eş zamanlı olarak yaşayarak devlete alternatif bir siyasal ve toplumsal örgütlenmeyi mümkün kılmaya çabalayan Kürt siyasal hareketine ve bu hareketin geliştirdiği demokratik konfederalizm fikrine çok yakın bir yerde konumlanıyor. Kapitalizmin kısa sürede tamamen ortadan kalkmasının olası olmadığının farkında olan Zapatistalar yeni dünya inşası planlarını belirsiz bir geleceğe ertelemektense kısa vadede kapitalist düzenin yanında hayatta kalabilecek yeni bir siyaset inşasına girişiyorlar. Ancak uzun vadede gerçekleşebilecek olan asıl hedefse kapitalist düzenin ortadan kaldırılması ve ortaklığa (veya müşterekliğe) dayalı bir dünyanın inşası. Topraksız köylülerin devlete ve toprak ağalarına karşı mücadelesi olan orijinal Zapatista hareketinden (20. yüzyıl başları) bu yana hedef mülkün ortak olduğu bir hayatın mümkün kılınarak yaygınlaştırılması. EZLN ideolojisi ortak üretime dayalı 30 yıllık özerk yaşam pratiğinden gelen birikimle yaygınlaşıyor. Hedeflerden biri kapitalizmin yarattığı doğa yıkımını önce yavaşlatmak, ardındansa geriye çevirmek. Bu amaca ulaşmak içinse birlikte hareket etmek gerekiyor çünkü etkinliğin farklı anlarında sıkça tekrarlandığı üzere bölünmüşken kolay yeniliyoruz, ancak birleşirsek kapitalizmle ve devletlerle mücadele edebiliriz.

EZLN’nin sıklıkla vurguladığı şey bu topraklarda Avrupalı sömürgecilerin saldırısından bu yana geçen 500 yılda ilk kez özerk yönetimin kendileri tarafından sağlanabildiğiydi. “Onurlu öfke” (Digna Rabia) vurguları da yaygındı. Bu kavramın Zapatistalar için önemi büyük. Öyle ki Zapatista ayaklanmasının 15. yıl kutlamalarına Onurlu Öfke Festivali adı verilmişti. Öfkenin bastırılmasına karşı çıkan, öfkeyi dışa vurmak gerektiğini savunan Zapatistalar 15. yıl kutlamalarına bu ismi verirken etkinliğin farklı öfkelerin birbiriyle buluşmasını sağlayacak bir tür pencere veya ayna görevi göreceğini söylemişlerdi. Öfkeyi ifade etmeye verilen önem 30. yıl kutlamalarında da sürdü.

30. yıl dönümü etkinliğinde kapitalizme yönelik eleştirilerin yanı sıra kolektif yönetim ve kaynak dağıtımı konusunda yapılan hatalara dair özeleştiriler de verildi. Kapitalizme karşı verilen 30 yıllık mücadelenin en iyi üniversite olduğunu ve bu mücadele sayesinde başka bir dünyanın mümkün olduğunu gösterebildiklerini söyleyen Zapatistalar aynı zamanda “benim” demenin yanlışlığını, bizim olduğunu sandığımız şeylerin aslında bizim olmadığını göstermeye çalışıyorlar. Kapitalist düzende çoğumuzun gerçekten mülk edinmekten ziyade bizzat bizim mülkleştiğimiz çeşitli oyunlarda verilen mesajlar arasındaydı.

30 Aralık gecesi, etkinliğin yapıldığı Dolores Hidalgo karakolunda yer olmadığı için bir grup arkadaşla birlikte üstü açık bir kamyonetle Nueva Jerusalén karakoluna geçtik. Kamyonette Meksikalı arkadaşların ve benim dışımızda Almanya’dan, ABD’den ve Şili’den gelen arkadaşlar da vardı. Gecenin bir yarısı dağlardan ve ormanın içinden geçerek ulaştığımız karakolda yemek ve kahve ikramıyla karşılandık, kalacak yerimiz hazırlandı. Herkese yetecek kadar tahta ranza vardı, zaten neredeyse herkes yanında ya çadır ya uyku tulumu ya da hamak getirmişti. Dünyanın çeşitli yerlerinden gelen devrimciler çok coşkuluydu, farklı dillerde tınısından devrimci olduğu anlaşılan marşlar duyuluyordu. Meksika’nın Güneydoğu Dağları’nın gerçekten farklı bir havası var. İnsan, Yeni’yi inşa etmeye çok uygun, Yeni’ye gebe topraklarda olduğunu hissediyor. Pek uyuyasım gelmediği için hazır neredeyse herkes yatıyorken gece yarısı duş almaya karar verdim. Tuvalet ve banyo alanları karakolun başka bölgesinde olduğundan el fenerimi alıp bu bölgeye doğru yürüdüm. Duş iyi geldi gelmesine ama Chiapas Dağları’nın gece ayazında soğuk suyla duş aldıktan sonra ranzalara titreyerek döndüm.

31 Aralık sabahı tekrar kamyonetle Dolores Hidalgo’ya geçtik. Gün içinde yine Zapatista toplulukların hazırladığı oyunları ve dansları izledik. Burada sıklıkla büyük şirketlere, Meksika’nın mevcut siyasi partilerine ve zengin ülkelere yönelik eleştiriler vardı. Özellikle ABD, Birleşik Krallık, Çin, Japonya ve Kanada hükümetlerine yönelik eleştiriler dikkat çekti. Hava gece ne kadar soğuksa gündüz de o kadar güneşliydi. Güneş o kadar güçlüydü ki insanın adeta kafatasının içine nüfuz ediyordu. Neyse ki etkinlik alanı olarak hazırlanan stadyumun etrafına üstü kapalı alanlar kurulmuştu da güneşten korunmak mümkün oldu.

31 Aralık akşamı militanların töreni yapıldı. Tören sırasında askeri marşlar yerine hareketli Latin Amerika şarkıları seçilmişti. Özellikle Kolombiya’da yaygın olan cumbia türü şarkılar çoğunluktaydı. Oyunlara verilen aralarda sıklıkla Chiapas’ta kökü 16. yüzyıla dayanan marimba isimli vurmalı çalgı da çalındı. EZLN militanlarının töreninin ardından Subcomandante Moisés’in konuşması başladı. Moisés konuşmayı öncelikle Maya dillerinden olan Tseltal dilinde yaptı, sonra konuşmasını İspanyolca tekrarladı. “Bize ders vermenize, sistemin nasıl olduğunu anlatmanıza ihtiyacımız yok, yoldaşlar” diyen Moisés, kapitalizmin nasıl bir düzen olduğunun kolayca anlaşılabildiğini, bunu görmek istemeyenin sorumluluğunun kendisine ait olduğunu söyledi. Moisés, kapitalizmin zararlı olduğunu, kapitalizmi ortadan kaldırmak gerektiğini yazıp çizmenin artık pek önemi olmadığı kanısındaydı. Moisés, kapitalizmin zararlarının apaçık ortada olduğunu, yapılması gerekenin bu düzeni nasıl değiştirebileceğimizi düşünmek olduğunu söylerken artık alternatifleri hayata geçirmek gerektiğine işaret ediyordu. “Biz ne yapılması gerektiğini burada yaptıklarımızla göstereceğiz, siz de kendi coğrafyalarınızda yaptıklarınızla hepimize gösterin” diyen Moisés, sıklıkla ortaklık vurgusu yaptı. Neyin ortak olması ve neyin ortak olmaması gerektiğinin düşünülerek çözülebileceğini söyleyen Moises tüm katılımcılara alternatif bir düzeni hayata geçirme çağrısı yaptı. Konuşmanın ardından havai fişekler ve kutlamalar başladı. Zapatista militanlarının katılımcılarla dansı güzel bir görüntü sundu. Orada bulunan çoğu insanı buluşturan şey mevcut olanın aşılması gerektiğine duyulan inanç ve kapitalizm dışı bir alternatif arayışıydı.

Gece 2 gibi Dolores Hidalgo’dan ayrılarak kamyonetle Nueva Jerusalén’e geçtim. Ertesi sabah yine erkenden kalkıp kutlama alanına döndüm. 1 Ocak artık Zapatista toplulukların değil katılımcıların kültürel etkinliklerine ayrılmıştı. Biz de birkaç Kürt arkadaş olarak govend organizasyonuyla programa katıldık. Sabah erkenden kalkıp birkaç katılımcı arkadaşla kısa bir prova yaptıktan sonra alandaki dostları öğlen 2 buçukta gerçekleşmesi planlanan govend etkinliğinden haberdar ettik. Fakat etkinlik öğlen 4’e ertelendi. Saat 4 buçuğa doğru Awazê Çiya eşliğinde 200-300 kadar insan Chiapas dağlarında bulunan bir Zapatista karakolunda halay çekmeye başladık. İlk şarkının ardından anonsla halaya ara verildi ve tekrar tören yapılacağı söylendi. Sahneye baktığımda Subcomandante Moises’in ve EZLN’nin eski sözcüsü ve Zapatista ayaklanmasının eski önderi Marcos’un sahnede oturduklarını gördüm. Marcos önceki akşam da sahneye gelmişti fakat karanlık dolayısıyla çok az katılımcı tarafından fark edilmişti. Bu kez gündüz vakti ağzında piposuyla oturuyordu. EZLN komutanları ve eşlik eden militanlar bizim halay sırasında alana gelmişler, sahneye çıktıktan sonra Kürtçe şarkının bitmesini beklemişlerdi.

Törenin ardından sahneden anonsla govendin devam etmesi için tekrar alana davet edildik. Marcos’un gelişiyle ortalık iyice kalabalıklaşmıştı. Bir başka Awazê Çiya şarkısı başladı, bu kez sanıyorum 300’ün de üzerinde insan halaya dahil oldu. Marcos ve Moisés sahneden bizi izlerken, Zapatista hareketine göndermeyle halayı salyangoz (karakol) biçiminde tamamladık. Maya kültüründe sembolik önemi olan salyangozun EZLN tarafından da sembol olarak benimsenmesinde özellikle ağır hareket ediyor olmasının yeri büyük olsa gerek. Kapitalizmin yıkıcı treninin karşısına salyangozu çıkarmak EZLN’nin siyasal anlayışına çok uygun görünüyor.

Saat 2 buçukta gerçekleşmesi planlanan govendin EZLN yönetiminin alana gireceği saate ertelenmesi bir rastlantı mıydı bilmiyorum, belki de öyledir. Ben yoldaş bir halkın siyasi örgütlenmesinin selamı olarak yorumlamayı tercih edeceğim. Günün devamında şiir dinletileri, konserler, danslar ve çeşitli performans gösterileri gerçekleşti. Bu sırada birçok arkadaş yanıma gelerek govendin çok güzel olduğunu söylediler, bazı arkadaşlar teşekkür dahi etti. Bu enternasyonal dayanışma zaten Chiapas dağlarına varışımdan itibaren duyduğum aidiyet hissini iyice güçlendirdi. Bir gün bir Zapatista karakolunda Bitlis tütünü içip Kürtçe şarkı eşliğinde halay çekeceğim de hiç aklıma gelmemişti.

Etkinliklerin ardından La Montaña isimli belgeselin gösterimi yapıldı. Güneş paneliyle çalışan bir ekran kurulmuştu, yönetmen arkadaş da aramızdaydı. Bu kez geceyi Dolores Hidalgo’da geçirdim. Brezilyalı, Arjantinli ve Meksikalı arkadaşlarla gece 3’e kadar sohbet ettik. Konuşacak çok şeyimiz varmış. Bu ziyaretin bende yarattığı en büyük his o kadar güçsüz, sandığımız kadar zayıf olmadığımızdı. Dünyanın çeşitli köşelerinden binlerce devrimcinin dayanışmaya hazır olduğunu görmek, bunu deneyimleyebilmek, haberlerin, sosyal medyanın, iç karartıcı konuşmaların yarattığı umutsuzluğu parçalayabildi. Gördüm ki biz aslında sandığımızdan daha güçlüyüz. Dünyanın her köşesinde tarlalarda, inşaatlarda, okullarda, barolarda, üniversitelerde, gazetelerde yoldaşlarımız var. Bazen unuttuğumuz bu durumu hatırlamak önemli. Bu denli geniş bir alanda, paramiliter tehditler altında, böylesi büyük bir etkinliğin geniş katılımla gerçekleştirilebildiğini görmenin umudu besleyen bir yönü var. Burada kof bir iyimserlikten değil somut umuttan söz ediyorum. Çünkü bu etkinlik “yapabiliriz” dediğimiz bir etkinlik olmaktan ziyade “yapabiliyoruz” ve “yaptık” dediğimiz bir etkinlik oldu. Özellikle Latin Amerika devrimci hareketleri üzerinde muhakkak olumlu etkileri olacaktır. EZLN daha önce de çok yüksek katılımlı etkinlikler organize edebilmişti ama böyle bir etkinliği bu denli zor koşullarda başarıyla gerçekleştirebilmek hak edilmiş bir özgüvene yol açacaktır.

Etkinliğin ana mesajını ben Eski olandan doğru Yeni’yi inşa etmek, her toplulukta farklı farklı gerçeklikler kurarak Mevcut Olan’a çok sayıda alternatif oluşturmak gerektiği şeklinde okudum. Kutlamalarda sıklıkla vurgulandığı üzere, dünyayı değiştirmek için önce onu görme biçimimizi değiştirmek gerekir. Moisés’in çağrısını da ben buradan doğru yorumluyorum. Yani, zihin emeğini kapitalizmin kötülüğünü ortaya koymaktan ziyade zihniyet dönüşümünü gerçekleştirmek için seferber etmek gerekiyor.

Binlerce insanın katıldığı bir etkinlikte tek bir kavga çıkmaması, çoğu katılımcının birkaç gün içinde büyük ihtimalle bir ömür sürecek dostluk ve dayanışma bağları inşa edebilmeleri gerçekten etkileyiciydi. Sanıyorum birçoğumuz için insanı değiştiren tecrübelerden oldu. Belki en çok katılımcı çocuklar için böyleydi. Bazı ziyaretçi arkadaşlar çocuklarıyla gelmişlerdi, katılımcı çocuklarla Zapatista toplulukların çocukları arasında futbol maçları dahi yapıldı. Başka bir dünyaya doğan veya böylesi genç bir yaşta farklı bir dünyayı görebilen çocuklar da hepimiz için umut kaynağı olmalı. Etkinliğin bir başka özelliği de sanatın öneminin altını çizmesi oldu. Gerçekten de sanatın, özellikle de müziğin hissettirdiklerini kelimelere dökebilmem çok güç.

2 Ocak sabahı dönüş için yola çıktık, bu yüzden etkinliğin son günü olan 2 Ocak’taki faaliyetleri takip edemedik. Henüz Chiapas dağlarındayken otobüslerden biri arızalanınca yeni otobüs gelene dek 4-5 saat kadar bizim otobüsle arkadaşlara eşlik ettik. Çalışmayan otobüsle arkadaşları yalnız bırakabileceğimiz koşullarda değildik ne de olsa. Bu türden birkaç aksilik daha çıkınca başkente dönmemiz toplamda 30 saatten fazla sürdü. 3 Ocak günü öğleden sonra başkente vardığımızda hepimiz çok yorgunduk ama kimsenin canı sıkkın değildi. Uzun süren yola rağmen keyfimizin yerinde olmasında yolculuğun son saatlerinde otobüsteki müzisyen arkadaşların araç içinde verdikleri konserin etkisi büyük olsa gerek. Zaten böyle bir etkinlikten sonra hızlıca dönebilmek de pek yakışık almazdı gibi geliyor, 30 saatte yavaş yavaş, kendimizi alıştıra alıştıra dönmemiz uygun oldu, hem Zapatista arkadaşların sembolü olan salyangoza da son bir göndermede bulunmuş gibi olduk.

Arkadaşlarla vedalaşıp Meksiko Şehri’nde otobüsten indikten sonra eve gitmek üzere yola koyuldum. Metrobüse bindiğimde büyük bir yabancılık hissi yaşadım. Birbirini ite kaka metrobüse binen, son sesle telefondan oyun oynayan veya bağıra çağıra kavga eden insanların arasında sanki oraya ait değilmişim gibi hissettim. Fakat o araçta birçok yerde bugünkü veya gelecekteki dostların oturduğunu da biliyorum. Bu yüzden etkinliğin bana en önemli mesajı devrimcinin hoş bir insan olması gerektiği oldu. Kapitalist yıkımın içinde, tüm o kavga gürültünün arasında, farklı bir yaşamı hayata geçirebilmek sanırım her devrimcinin ödevi. Bu ödevi iyi kötü becerebilirsek belki o aidiyet hissine kavuşabilmek için Chiapas dağlarına seyahat etmemize de gerek kalmaz.

10 Şubat 2024 Cumartesi

Kolombiya’nın ilk sol hükümeti neler vaat ediyor?

19 Haziran 2020 tarihinde gerçekleşen Kolombiya başkanlık seçimleri ikinci turu sonrasında Kolombiya tarihinde ilk kez sol bir hükümet göreve gelecek. 7 Ağustos’ta göreve başlayacak hükümetin başkanı eski M-19 gerillası Gustavo Petro, başkan yardımcısı da siyah feminist Francia Márquez olacak. 13 Mart 2022 tarihinde yapılan yasama organı seçimlerinde de Petro’nun ve Márquez’in dahil oldukları Pacto Histórico (Tarihi Anlaşma) seçimden birinci parti olarak çıkmıştı. Her ne kadar Kongre’de çoğunluk hala sağcı partilerde olsa da bu seçim başarıları Kolombiya solu için büyük bir zafer anlamına geliyor. Kolombiya yasama organı seçimleri1 ve başkanlık seçimleri2 sonuçları üzerine yaptığım değerlendirmeleri konuyla ilgilenen okurlara öneriyorum. Çünkü bu yazıyı seçim sonuçlarını değerlendirmeye değil, Petro ve Márquez’in seçim programını incelemeye ayıracağım. Bu yazı, Kolombiya’da sol hükümetin hangi konularda ne türden vaatlerle seçime katıldığını ve bu konularda önümüzdeki dönemde gerçekleşebilecek olası gelişmeleri aktarmayı amaçlıyor. Bu çerçevede dört önemli başlığa değineceğim: 1) Kadın hakları ve feminizm, 2) İklim krizi, 3) Ekonomik dönüşüm, 4) Barış süreci.

1) Kadın hakları ve feminizm

Petro’nun seçim programında değinilen ilk başlık kadın hakları ve femizim. “Değişim Kadınlarla Olur!” başlığı taşıyan bu bölümde beş konuya ağırlık verildiğini görüyoruz: a) Kadınların yönetime katılımı, b) Ekonomik güçlendirme, c) Kadın cinayetleri ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddet, d) Yeni kurulacak olan Eşitlik Bakanlığı, e) LGBTİQ+ hakları.

Kadınların yönetime katılımı meselesine yalnızca yasama organlarında bulunan kadın sayısı olarak bakılamayacağı ortada. Bununla beraber, Kolombiya Kongresi’ndeki kadın sayısının eşitlikten çok uzak olduğunu belirtmek gerek. 2018-2022 döneminde Kolombiya Kongresi’nde bulunan 108 senatörün 25’i ve 171 Temsilciler Meclisi üyesinin 33’ü kadındı. Her ne kadar kadınların yasama organlarındaki temsili 581 milletvekilinin yalnızca 101’inin kadın olduğu Türkiye’den daha yüksek olsa da bu sayıların çok yetersiz olduğu açık. 2022-2026 döneminde bu durumun az da olsa düzeldiğini görüyoruz. Yeni dönemde 108 senatörün 32’si, sayısı 187’ye çıkan Temsilciler Meclisi üyelerininse 52’si kadın olacak.

Fakat Petro hükümetinin programında kadınların yönetime katılımı, sadece yasama ve yürütme organlarıyla sınırlı biçimde ele alınmıyor. Yeni hükümet tüm kamu kadrolarının en az yüzde 50’sinin kadınlara ayrılmasını hedefliyor. İstihdam, barınma, toprak, sağlık ve eğitim alanında yapılacak düzenlemeler sonrasında ortaya çıkacak imkanlarda kadınlara öncelik verileceği programda belirtilmiş. Petro’nun, kabinenin en az yarısını kadınlardan oluşturması bekleniyor. Başkan yardımcısı Márquez 22 Haziran tarihli söyleşisinde kabinede kadınların çoğunlukta olduğunu umduğunu söylemişti. Petro da Savunma Bakanı’nın kadın olacağını duyurmuştu.

Ekonomik güçlendirme konusunda izlenecek politikalardan biri genelde kadınlar tarafından üstlenilen bakım emeğinin kamu kuruluşları tarafından üstlenilmesi ve bu şekilde kadın emeğinin sömürülmesinin önüne geçilmesi. Yeni hükümetin bir başka vaadi eviçi emeğin emeklilik süresi hesaplamalarına dahil edilmesi. Toprak reformu çerçevesinde köylülere verilmesi planlanan toprakların dağıtılmasında kadınlara öncelik sağlanması, ailesine tek başına bakan kadınlara yarım asgari ücret mali destek verilmesi, çocuklarını terk eden babalara ilişkin nafaka düzenlemelerinin yapılması gibi vaatler de programda yer alıyor.

Kolombiya kadın cinayetlerinin çok yaygın olduğu bir ülke. Kolombiya’da yalnızca 2021 yılındda 622 kadın cinayeti işlendi. Mevcut program kadın cinayetleri sorununu yalnızca hukuki düzenlemelerle çözmeyi amaçlayan programlardan farklı. Meselenin bir kültür meselesi olduğunu ve bu kültürü dönüştürme yönünde çalışacağı belirtilen Petro hükümeti, haklara saygılı bir eşitlik kültürünün inşa edilmesi adına Eşitlik Bakanlığı kurulacağını ve bu bakanlığın başına, başkan yardımcılığı görevine ek olarak, Francia Márquez’in geleceğini belirtmişti. Toplumsal cinsiyet klişeleriyle mücadele etmek için ulusal çapta programlar düzenleneceği ve kadınları itibarsızlaştıran cinsiyetçi içeriklerle mücadele edileceği de programda belirtilmiş. Kadın cinayetleriyle mücadeleye yalnızca hukuki düzenlemelerin değil, eğitim ve sağlık sistemlerinde gerçekleştirilecek radikal değişikliklerin de katkı sunacağı görülüyor.

Yeni kurulacak olan Eşitlik Bakanlığı, her ne kadar yalnızca toplumsal cinsiyet ayrımcılığıyla değil etnik ayrımcılıklarla da mücadele edecek olsa da bakanlığın önceliğinin kadınların sorunları olacağı anlaşılıyor. Erkekler ve kadınlar arasındaki ekonomik, siyasal ve toplumsal eşitsizliklerle mücadele etmesi hedeflenen bu bakanlık etnik gruplara, köylülere, gençlere, yaşlılara, LGBTİQ+ topluluklara, evsizlere ve engellilere yönelik eşitsizliklerle de savaşacak. Márquez, bakanlığın amaçlarından birinin kadınların özerkliği olduğunu söylüyor. Kolombiya’da savaşın en yoğun yaşandığı yoksul bölgelerin birinde yaşayan madenci bir aileden gelen ve madencilik ve temizlik işçiliği gibi işlerde çalışmış olan Márquez, unutulmuş bir bölgeden geldiğini ve Eşitlik Bakanı olarak görevinin böyle unutulmuş bölgelerdeki halkların haklarını korumak olduğunu belirtiyor.

Programda LGBTİQ+ topluluklara da özel bir başlık açılmış. Bu toplulukların içinde bulunduğu eşitsizliklerle, ekonomik, toplumsal, siyasal ve kültürel dışlama biçimleriyle mücadele edileceği belirtiliyor. Kamusal politikaların ikili toplumsal cinsiyet anlayışını terk edeceği, ikili olmayan (no binaria) toplumsal cinsiyet ve cinsel yönelim kimliklerinin kamusal politikalar tarafından destekleneceği programda yazılmış. Farklı toplumsal cinsiyet kimlikleri taşıyan kişilerin onurlu (digno) ve düzgün (decente) işlerde çalışmalarının sağlanacağı ve istihdam politikalarının bu yönde değiştirileceği belirtiliyor. LGBTİQ+ topluluklara yönelik şiddet eylemleriyle mücadele edileceği de yeni hükümetin vaatleri arasında. Toplumsal cinsiyet değişikliği sürecinde her türlü tıbbi ve psikolojik destek masrafının sağlık sistemi tarafından karşılanması da vaatlerden bir başkası. Eşcinsel evliliğin Kolombiya’da 2016 yılından beri yasal olduğunu da yeri gelmişken belirteyim.

2) İklim krizi

İklim krizi Petro’nun en sık bahsettiği konulardan biri, ekolojik aktivizmiyle tanınan Márquez’in de bu konuya büyük önem verdiği ortada. Hükümetin seçim programında iklim krizine karşı “büyük Amerikan cephesi”nin kurulacağı belirtilmiş. Latin Amerika’da, özellikle Latin Amerika solunda, “Amerika” ibaresinin her zaman kıtayı kastederek kullanıldığı ve Amerika’nın ABD’yi kastederek kullanılmasına büyük tepki gösterildiği düşünüldüğünde bu cephenin Latin Amerika’nın sol hükümetlerine yönelik bir iklim krizine karşı işbirliği önerisi olduğu anlaşılabilir. Programda iklim kriziyle ilişkili olarak özellikle iki konunun üstünde duruluyor. Bunlar çokuluslu şirketler öncülüğünde gerçekleşen doğa talanıyla mücadele ve fosil yakıt sorunu.

Petro zafer konuşmasında iklim krizine önemli yer ayırdı ve özellikle ABD’den kaynaklanan kirlilik konusunda ABD hükümetiyle diyalog kuracaklarını belirtti. Enerji dönüşümü konusunda Amerika’nın bütün hükümetlerini ABD hükümetiyle diyaloga çağıran Petro, bütün Amerika’da karbondan arındırılmış bir ekonominin inşa edilmesi gerektiğini söylemişti. ABD’nin sera etkisinde diğer tüm ülkelerden daha fazla sorumluluğu olduğunun altını çizen Petro, ABD kaynaklı sera gazlarının güneydeki ülkeleri etkilemesinden de şikayet etmiş. Bu sorununu çözülmesi için diyalog çağrısı yapan Petro, özellikle Amazon Ormanları’nın gördüğü zararın üzerinde durdu. Yeni hükümetin programına baktığımızda, bunun yanı sıra maden şirketlerinin denetleneceğinin ve özellikle nehirlerin kirletilmesi durumunda yaptırım uygulanacağının da belirtildiğini görüyoruz. Büyük maden şirketlerinin faaliyetleri yerine yerli toplulukların geleneksel madencilik uygulamalarına destek verileceği de programda yazılmış. Yine, termik santrallerin kademeli olarak kaldırılması öngörülüyor. Bundan sonra yeni hidroelektrik barajı inşa edilemeyeceği de vaatler arasında. Son olarak, atık emekçilerine yasal güvence sağlanacağı da programda belirtilmiş.

Fosil yakıt meselesine büyük önem veren Petro, Kolombiya’nın petrole ve kömüre olan bağımlılığının azaltılmasını hedefliyor. Yenilenebilir enerji kaynaklarına yöneleceklerini belirten program, enerjide toptan bir dönüşüm hedefliyor. Enerjinin kamu malı olduğunu ve enerjiye herkesin erişebilmesi gerektiğini belirten programın hedeflerinden biri doğayı korumak. Temiz enerjinin düşük vergiyle kullanılabileceğini belirten program, yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımını teşvik edecek bir politikaya işaret ediyor. Enerji dönüşümünü teşvik edecek bilimsel çalışmaların ve akademik programların destekleneceğinin belirtildiği programda elektrikli araçların kullanımının da teşvik edileceği görülüyor. Bu dönüşümün finansmanının bir kısmının fosil yakıt sektörüne, kömür madenciliğine ve hidroelektrik santrallere sağlanan vergi indirimlerinin kaldırılmasıyla gerçekleştirileceği belirtiliyor.

Ülkenin 15 yıl içerisinde fosil yakıt ihtiyacından kurtulmasının hedeflendiği görülüyor. Bu amaçla gerçekleştirilecek bilimsel çalışmalar için Ulusal Temiz Enerji Enstitüsü’nün kurulacağı da programda belirtilmiş. Yine, güneş enerjisi ve rüzgar enerjisine yönelik somut projelere de programda değinilmiş. Fosil yakıt karşısı politikalar ekstraktivizm karşıtı ekonomik dönüşüm vaatleriyle de doğrudan ilişkili.

3) Ekonomik dönüşüm

Ekonomik dönüşüm başlığı programın en önemli kısımlarından biri. Burada özellikle altı konu ön plana çıkıyor. Bu konuları şu şekilde sıralamak mümkün: a) anti-ekstraktivizm, b) uyuşturucu ticareti, c) tarım politikaları ve toprak reformu, d) üretim odaklı ekonomi, e) güvencesiz işler ve işsizlik ve f) turizm.

Bugün Kolombiya sınırları içerisinde kalan bölgenin ekonomisi sömürge yıllarından bu yana büyük ölçüde ekstraktivizme dayanıyor. Bu ekonomi köleliğin yasaklanmasına dek köle emeğine dayanmaktaydı, sonrasındaysa köle emeğinin yerini ucuz işgücü emeği aldı. Bu şekilde ülkenin yeraltı ve yerüstü zenginlikleri köle emeği ya da neredeyse köle gibi çalıştırılan işçilerin emeği kullanılarak sömürgeci ülkelere aktarılmaktaydı. Bu durum bugün de çok değişmiş değil. Programda belirtildiği üzere, Kolombiya ekonomisi bugün de büyük ölçüde fosil yakıt, kokain ve maden ticaretine dayanıyor. Kolombiya’nın en büyük ihracat gelirinin kokain ticaretinden kaynaklandığı biliniyor. MIT (Massachusetts Institute of Technology) merkezli OEC (The Observatory of Economic Complexity) verilerine göre yasal ihracatın yüzde 28’inden fazlasını da petrol ihracatı oluşturuyor, petrolden sonra kömür ihracatı geliyor. Kolombiya’nın diğer önemli ihraç malları kahve ve altın. Kolombiya’nın ihracatının neredeyse yüzde 30’u ABD’yle yapılıyor. Petro bu durumdan rahatsız olduğunu sıklıkla belirtiyor, hammadde ihracatına dayalı Kolombiya ekonomisini dönüştürme hedefi programda da belirtilmiş.

Kolombiya’nın temel gelir kaynaklarının biri fosil yakıt ve maden ticaretiyken diğeri de uyuşturucu ticareti. Uyuşturucu gelirinin aklanması tüm sektörleri etkiliyor, Kolombiya, ekonomik büyümesinin önemli bir kısmını uyuşturucu ticaretine borçlu. Bu ticaretin bir anda kesilmesi gibi bir durum söz konusu olsaydı bunu Kolombiya için ciddi bir ekonomik kriz takip edecekti. Petro, bu durumun farkında. Mevcut durumda Kolombiya ekonomisinin istikrarının kokaine bağlı olduğu programda belirtilmiş, makroekonominin uyuşturucu ticaretine bağımlılığının ortadan kaldırılması yeni hükümetin hedeflerinden biri. Yasakçılığın ve kolluk merkezli politikaların işe yaramadığının görüldüğünü belirten Petro yeni önerilerde bulunuyor. Yeni hükümetin uyuşturucu ticareti yapan gruplardan ziyade uyuşturucu ticaretinin kendisiyle mücadeleye öncelik vereceği görülüyor. Bugüne kadar Kolombiya hükümetleri uyuşturucu kartelleriyle mücadelede başarısız oldular. Bu mücadelenin samimiyeti zaten şüpheliydi ama son yıllarda Meksika örneğinde gördüğümüz gibi mücadele samimi dahi olsa tek tek suç örgütleriyle mücadele ederek başarılı bir sonuç alınması pek mümkün olmuyor. Ekonomik, toplumsal ve siyasal koşullar uyuşturucu ticaretini teşvik ettiği müddetçe X karteliyle mücadele başarılı olsa dahi kısa sürede onun yerini Y karteli alıyor.

Petro’nun yeni önerilerinden biri kırsal bölgelerdeki yoksullukla mücadele. Kolombiya’da (ve çoğu Latin Amerika ülkesinde) birçok insan aşırı yoksulluk dolayısıyla uyuşturucu üretimi faaliyetlerine katılıyor. Yani, uyuşturucu üretimine dahil olmak birçok insan için bir tercih değil. Petro’nun hedeflerinden biri bu durumu değiştirerek yasadışı uyuşturucu üretimi ve ticaretine alternatif gelir kaynakları oluşturmak. Bu kaynakların uyuşturucu ticareti kadar kârlı olmasına gerek yok zira çoğu insanın temel ihtiyaçlarını karşılayıp onurlu bir yaşam sürmesine yetecek kadar gelir sahibi olduğu müddetçe zaten uyuşturucu kartellerine çalışmak istemeyeceği varsayılıyor. Bir başka öneri de marihuana gibi bazı ürünlerin yasallaştırılması ve bu şekilde yurtiçi yasadışı uyuşturucu hacminin daha da azaltılması. Cannabis bitkisinin küçük üreticiler tarafından bir kooperatif çerçevesinde üretileceği bir sistem planlanıyor. Bu sayede hem çiftçiler için çok sayıda ailenin faydalanabileceği bir gelir kaynağı oluşturulacak hem de devletin marihuana ticaretinden vergi geliri elde etmesi mümkün olacak. Programda belirtilen bir başka husus da bugüne dek uyuşturucu ticareti yapan örgütlerle mücadeleye harcanan bütçenin büyük kısmının artık uyuşturucu üretiminin yüksek olduğu yoksul bölgelerin ekonomik dönüşümünü sağlayacak projelere harcanacak olması. Yani, Petro kamu kaynaklarını kartellerle mücadelede defalarca kez başarısız olmuş polis ve ordu teşkilatlarına aktarmak yerine bölge halklarını destekleyecek politikalara harcayarak uyuşturucu ticaretiyle mücadele etmeyi deneyecek. Bu, Kolombiya’da henüz denenmemiş bir strateji. Uyuşturucu kullanımının bir suç meselesi değil halk sağlığı meselesi olarak görüleceği de yine programda yazıyor. Uyuşturucu bağımlılarının kriminalize edilmeden tedaviye yönlendirilecekleri belirtilmiş.

Petro’nun farkında olduğu üzere yalnızca bu önlemlerle uyuşturucu ticaretiyle mücadelede başarı sağlanması mümkün değil çünkü kokain talebinin büyük kısmı “gelişmiş” olarak adlandırılan zengin ülkelerden kaynaklanıyor. Yani, üretim esasen iç pazara değil dış pazara yönelik yapılıyor. ABD ve Kanada gibi ülkelerde kokaine bu denli talep olduğu müddetçe kokain üretiminin ve ticaretin bir şekilde gerçekleştirileceği ortada. Dünyada yetiştirilen kokanın büyük çoğunluğu Kolombiya, Peru ve Bolivya’da bulunuyor. Petro, uyuşturucu sorunu konusunda yeni bir küresel paradigmaya ihtiyaç olduğunu programında belirtmiş. Programda insan haklarına saygılı bir biçimde barışçıl bir ekonomik dönüşümün bütün Latin Amerika’da gerçekleşmesi gerektiği belirtilerek Latin Amerika’nın diğer sol hükümetlerine de mesaj verilmiş. Uyuşturucu üreticilerinin (uyuşturucu tüccarları değil, üretim faaliyetine katılan köylüler kastediliyor) kriminalize edilmeyeceğini, mücadelenin ticaretten büyük kâr elde eden büyük sermayeyle yapılacağını belirten Petro, bu çerçevede uluslararası işbirliğinin yollarını arayacağını da belirtimiş. Uyuşturucu ticaretinin esas sorumlularının kokain tüketicisi zengin ülkeler olduğuna ve sorunun tamamen çözülebilmesi için ya bu ülkelerin bir şekilde kokain talebini bastırmasının ya da kokain ticaretini yasallaştırarak kokain üreticisi ülkelerden yasal biçimde kokain ithal etmesinin gerekliliğini eski bir yazımda anlatmıştım.3 Önümüzdeki dönemde Latin Amerika sol hükümetlerinin ABD’yle kuracakları diyalog sırasında kokain ticareti konusu da gündeme gelecektir. ABD çok uzun zamandır uyuşturucu ticaretinin kendi ülkesini tehdit ettiğini savunan ve buradan doğru Latin Amerika ülkeleri üzerindeki hakimiyetini meşrulaştıran bir söylem benimsiyor. Halbuki gerçek durum hiç de böyle değil. ABD’deki uyuşturucu talebini karşılayabilmek için suçla ve şiddetle mücadele etmek zorunda kalan, şehirleri ve sınırları güvensiz hale gelen ülkeler Latin Amerika ülkeleri. Yani, Latin Amerika ülkeleri her ne kadar uyuşturucunun üretildiği ülkeler olsa da sorunun kaynağı olmaktan ziyade mağduru olan ülkeler.

Tarım politikaları ve toprak reformu konusu yine programın en önem verdiği konulardan biri. Bu konu Kolombiya’daki barış süreciyle de doğrudan ilişkili. Sonuçta toprak reformu meselesi gerek FARC’ın (Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri) gerekse ELN’nin (Ulusal Kurtuluş Ordusu) silahlı mücadeleye geçmesine sebep olan en önemli etkenlerden biri. Kolombiya’da FARC’ın ve ELN’nin kuruluşuna dair yazdığım yazılarda bu konuya değinmiştim.4 Yeni hükümetin bu konuya yönelik vaatleri arasında topraksız köylülere toprak verilmesi (toprağın demokratikleştirilmesi), su kullanımındaki eşitsizliklerin giderilmesi, üretimin artırılması için çiftçilere kamu desteği sağlanması (ara mallar ve teknoloji konularında), kadınların toprak sahibi olmasına öncelik verilmesi, üretimde kullanılmayan verimli toprakların sahiplerine yüksek vergiler getirerek bu toprakların onları üretken kullanacak köylülere geçmesinin teşvik edilmesi (toprağın devlete satılması ve devlet tarafından topluluğa dağıtılması yoluyla), büyük çaplı hayvancılık faaliyetlerinde verimli toprakların kullanılmasının önüne geçilmesi, iç savaş yüzünden topraklarını terk etmek zorunda kalan köylülere topraklarının iade edilmesi sürecinin hızlandırılması, köylülere ve tarımsal faaliyetlere zarar veren kirlilikle mücadele edilmesi, özellikle kırsal bölgelere zarar veren madencilik faaliyetlerinin engellenmesi, köylülerin ürünlerini aracılar olmadan doğrudan satabilmelerini sağlayacak kooperatifler kurulması yer alıyor. Bu şekilde büyük toprak sahiplerinin bölgedeki hakimiyetini ortadan kaldırarak köylülerin yaşam koşullarını ciddi ölçüde iyileştirmek amaçlanıyor. Petro da seçim sonrası zafer konuşmasında Kolombiya’da hala feodal düzenin bulunduğunu ve bununla mücadele edileceğini söylerken büyük toprak sahiplerinin gücünden söz etmekteydi.

Üretim odaklı ekonomi konusu da yukarıda bahsedilenlerle doğrudan ilişkili. Ekstraktivizme ve uyuşturucu ticaretine bağımlı Kolombiya ekonomisinin dönüştürülmesi hedefleniyor. Yani hammadde ihracatına, uyuşturucu ticaretine ve hizmet sektörüne dayalı Kolombiya ekonomisinde tarımsal ve endüstriyel üretimin artırılması amaçlanıyor. Programdan üretim faaliyerlerinin uygun kamu kredileriyle teşvik edileceği anlaşılıyor. Kooperatifler aracılığıyla örgütlenecek tarımsal üretime büyük önem veriliyor. Bunun yanı sıra, yerli endüstrinin de desteleneceği belirtiliyor. Bu desteğin biçimlerinden birinin vergi indirimleri ve muafiyetleri olacağı anlaşılıyor. Programda Sanayi Bakanlığı’nın kurulacağı da belirtilmiş (Kolombiya’da ayrı bir sanayi bakanlığı yok, onun yerine “Ticaret, Sanayi ve Turizm Bakanlığı” isimli bir bakanlık var). Serbest ticaret anlaşmalarının ve dış yatırım düzenlemelerinin yerli üreticiyi korumak ve dış pazarda desteklemek amacıyla gözden geçirileceğinin belirtildiği programda yerli üreticinin desteklenmesi için kamu alımlarının artırılacağı da yazılmış. Yurtiçi ulaşımın çok sorunlu olduğu Kolombiya’da kamu yatırımları aracılığıyla ulaşım giderlerinin düşmesinin sağlanacağı da vaatler arasında.

Güvencesiz işler ve işsizlik konusu da yine programda önemli yer tutuyor. Vatandaşların üçte ikisinin kayıt dışı biçimde çalıştıkları belirtilen programda bu vatandaşların birçoğunun gelirinin asgari ücretin altında olduğu da yazılmış. Kayıt dışı çalışanların yüzde 80’inin kendi hesabına çalışan vatandaşlardan (örneğin seyyar satıcılar) oluştuğu belirtilen programda bu işlerin devlet tarafından tanınacağı ve çalışanların haklarının korunacağı belirtiliyor. Devletin doğrudan ve şeffaf sözleşmeler yoluyla yoksul kesimlerin oluşturacağı organizasyonlardan mal ve hizmet alımı yapmak yoluyla bu kesimlerin ekonomik koşullarının iyileştirilmesi planlanmış. Kamu kredileri yoluyla halk dükkanlarının açılmasının teşvik edilmesi ve genel olarak uygun kamu kredisi imkanları da vaatler arasında. Tüm yaşlılara emekli maaşı bağlanması da yine vaatlerden biri. İşsizlik maaşı ve özel sektörde iş bulamayan vatandaşların dönemsel olarak kamuya bağlı kurumların hizmet işlerinde çalışmalarının sağlanması da planlanıyor. Bununla ilişkili olarak eviçi emeğin devlet tarafından tanınarak ücretlendirilmesi de düşünülmüş. İşsizliğin azaltılabilmesi için küçük ve orta ölçekli işletmelerin teşvik edileceği programa yazılmış.

Turizm konusuna da programda ayrı bir yer ayrılmış. Turizmin demokratikleştirileceğini, yani büyük sermayeden ziyade küçük girişimcilerin ve toplulukların destekleneceğini vaat eden yeni hükümet, özellikle doğa turizminden önemli ölçüde gelir elde edilmesini planlıyor. Turizm faaliyetlerinde kooperatiflerin ön plana çıkarılması hedefleniyor. Turist sayısında beklenen artışı karşılayacak biçimde hava alanlarının ve otobüs terminallerinin kapasitesinin artırılması da vaatler arasında.

4) Barış süreci

Yeni hükümet barış sürecine büyük önem veriyor. Mesele çatışmasızlığın sağlanması ve silahlı grupların silah bırakması gibi dar bir çerçeveden değil geniş bir toplumsal barış inşası çerçevesinden ele alınmış. Bu çerçevede FARC ile imzalanan barış anlaşmasının şartlarının uygulanacağı, ELN’yle barış görüşmelerine başlanacağı ve geçmişle yüzleşme sürecine önem verileceği belirtilmiş. Barış sürecinin belki de en önemli konusu yukarıda bahsettiğim toprak reformu. Bu konuya zaten değindiğim için barış süreciyle ilişkili diğer başlıklardan devam edeceğim.

Barış inşası konusunda önem verilen konulardan biri ordunun sivil otoriteye tabi kılınması. Zorunlu askerliğin kaldırılması, tüm ordu mensuplarına yükseköğrenimden yararlanma hakkı sunulması ve insan hakları eğitimi verilmesi de programda bahsedilen vaatler arasında. Askeri yargının kaldırılarak tüm yargı organlarının sivilleştirilmesi de planlanıyor. Polisin Savunma Bakanlığı’ndan alınarak İçişleri veya Adalet bakanlıklarına bağlanması ve eylemlerde kullandığı aşırı şiddetle sıklıkla gündeme gelen toplumsal olaylara müdahale timi ESMAD’ın kaldırılması vaatleri de programda yer almakta.

Ülkede bir barış kültürü oluşturulması da önemli konulardan bir diğeri. Bu çerçevede barış eğitimine önem verileceği, tüm eğitim seviyelerinde toplumsal barışı teşvik edecek bir pedagojik yaklaşımın benimseneceği belirtilmiş. Bölgesel ekonomik gelişim programlarının da demokratize edileceği, yani bölgede yaşayan vatandaşların onayını almayan hiçbir projeye izin verilmeyeceği de programa eklenmiş. Bunun dışında nefret söylemiyle mücadele edileceği ve iç savaş süreciyle ilişkili olarak yeni anlatıların teşvik edileceği de belirtilmiş.

Geçmişle yüzleşme konusunda yerli halkların, siyahların ve Kolombiya’da “rrom” şeklinde adlandırılan Romanların yüz yıllardır maruz kaldıkları ırkçılıkla hesaplaşılacağı vaat ediliyor. İç savaş mağdurlarının her aşamasına katılabilecekleri bir geçmişle yüzleşme sürecinin desteklendiği programda, Özel Barış Mahkemesi’nin (JEP)5 ve Ulusal Toplumsal Hafıza Merkezi’nin (CNMH)6 çalışmalarının hükümet tarafından destekleneceği de belirtiliyor.

Bitirirken

Kolombiya’da ilk kez sol bir hükümetin göreve gelmesi çok önemli bir gelişme. Bununla beraber Kongre’de çoğunluğun sağ partilerde olduğunu da hesaba katmak gerekiyor. Senato ve Temsilciler Meclisi şeklinde iki farklı yasama organı olan Kolombiya’da sol partilerin sandalye sayısı yeterli değil. Yeşiller’in ve eski FARC militanlarının kurduğu Comunes’in yanı sıra Kongre’nin ikinci en büyük partisi olan Liberal Parti’nin de Petro hükümetine desteğini açıklaması, bağımsız sol adaylar da eklendiğinde hükümetin yasama organlarında çoğunluğu sağlamasına yetebilir. Bununla beraber, bu durumun Liberal Parti’nin onayı olmadan Kongre’den herhangi bir yasa geçirilemeyeceği anlamına geldiğinin de altını çizmek gerekiyor. Petro’nun sosyalist bir programı olmadığını, programındaki ekonomik modelin demokratik kapitalizm olduğunu belirttiğini de hatırlatmak gerek. Her ne kadar Petro eski bir gerilla olsa da hükümetin merkez sol-sosyal demokrat çizgide bir siyaset izlemesi muhtemel. Bu durum solun zaferini küçümsemeyi getirmemeli, tarihte ilk defa Kolombiya hükümeti Latin Amerika’nın diğer sol hükümetleriyle birlike hareket edecek. Bölgede ABD ile kurulan ilişkilerin dönüştürülmesi yönünde bir irade oluştuğunu tespit edebiliriz. Özellikle Meksika’da Andrés Manuel López Obrador’un başkanlığındaki hükümetin böyle bir girişime sıcak baktığı görülüyor. Brezilya’da Lula’nın seçimleri kazanması halinde Latin Amerika’nın en büyük yedi ülkesinin tamamında sol hükümetler görevde olacak, bu durumun bölgenin ezilenleri lehine etkileri olacağını öngörmek mümkün.

Bu yazıda programda önemli yer tutan başlıklardan dördüne değinme fırsatı buldum. Feminist hareket, ekolojik aktivizm, ekonomik dönüşüm ve barış inşası başlıklarının dördü de çok önemli ve bu başlıkların üstünde durmadan Latin Amerika’nın yeni sol dalgasını kavramak pek mümkün olmayacaktır. Solun seçim zaferi kazandığı tüm ülkelerde feminist hareketin büyük ölçüde desteğini aldığını, kadın oylarında da solcu adayların sağcı adaylara kıyasla daha avantajlı olduklarını görüyoruz. Feminist hareketin özellikle genç kadınların politizasyonunda bugüne dek örneği görülmemiş seviyede başarıya ulaştığı, bu şekilde politize olan birçok kadının ırkçılık, emek sömürüsü, dinsel ayrımcılık vb. konularda da duyarlı olan aktivistler olarak siyasal hayata katıldıkları görülüyor. Feminist hareketle yakın ilişkide olan LGBTİQ+ hareketinin de benzer bir işlevi olduğu söylenebilir. Latin Amerika’nın büyük şehirlerinde düzenlenen onur yürüyüşlerinin daha önce hiçbir eyleme katılmamış genç insanları sokaklara çekmekte başarılı olduğu görülmekte. Feminist mücadele olmadan Kolombiya’da sol bir hükümetin göreve gelmesi de mümkün olmazdı.

İklim krizi sorunu da yine özellikle genç vatandaşların politize olmasında ve eylemlere katılmasında önemli bir etken. İklim krizinden ciddi biçimde etkilenen Latin Amerika ülkelerinde ekolojik aktivizm çok güçlü. Bunda yerli halkların doğa kirliliğine ve çokuluslu maden ve enerji şirketlerinin faaliyetlerine karşı yürüttüğü mücadelenin rolü büyük. İklim krizi ve doğa talanıyla mücadele yine muhalif hareketlerin kitleselleşmesinde büyük rol oynadı. Ekstraktivizm karşıtı politikaların popülerleşmesi de bununla ilişkili. Çoğunluğu ABD, Kanada veya Avrupa merkezli olan maden ve petrol şirketlerine yönelik ciddi bir tepki söz konusu. Bu şirketler doğanın mahvedilmesi ve bölgenin yaşanmaz hale gelmesi pahasına bölgedeki yeraltı zenginliklerini zengin ülkelere taşıyan faaliyetlerde bulunuyor. Bu şirketlerin Kolombiyalıları ucuz işgücü olarak gördüğünü, sendikal faaliyetler karşısında yer yer paramiliter grupları dahi devreye sokabildiklerini Abstrak Dergi’de kısaca anlatmıştım.7 Ekstraktivizm faaliyetleri bir tür yeni sömürgecilik olarak görülüyor ve antikolonyal mücadele kapsamında şirketlerin faaliyetlerinin sınırlandırılması talep ediliyor. Bu taleplere iklim krizinden doğrudan etkilenen köylüler ve yerli halklar da öncülük ediyor.

Barış süreci de Kolombiya da solun kitleselleşmesinde önemli bir rol oynadı. Barış inşasının ülkeyi nasıl değiştirebileceğini kısa süreliğine de olsa gören insanlar Duque hükümetinin tekrar savaş politikalarına dönmesini kabullenmek istemedi. 1946-1958 yılları arasında çok şiddetli bir iç savaş süreci yaşamış, 1964’ten bu yana ise çok aktörlü bir çatışmalar zincirine sahne olmuş olan Kolombiya’da barış inşasının ihtimali dahi ülkeyi ciddi biçimde dönüştürmeyi başardı. Barış yanlısı birçok vatandaş aşırı sağcı siyasi partilerin, paramiliterlerin, ordunun önemli bir kısmının ve savaş koşullarından kâr elde eden çok sayıda büyük şirketin ve uyuşturucu kartelinin desteklediği savaş yanlısı politikalara karşı sesini yükseltme ihtiyacı hissetti.

Yeni hükümetin programında eğitim, sağlık ve barınma gibi hizmetlere dair vaatler de var. Yine ırkçılık karşıtı mücadeleye ve göçmenlerin sorunlarına ilişkin vaatler de çok önemli. Her ne kadar programda yer verilmemiş olsa da dış ilişkiler konusu da yine büyük öneme sahip. Yeni hükümetin Venezuela, Nikaragua ve Küba hükümetleriyle ilişkileri kısmen normalleştirmesi bekleniyor, bu da bölgede kalıcı barış inşası ihtimali için olumlu olacak bir gelişme.

Petro, ülkede mevcut olan toplumsal hareketlerin kitleselleşmesi ve görünür hale gelmesi için mücadele eden bir siyasetçi. Kendisini başkanlığa taşıyan da bu hareketler oldu. Petro’nun önümüzdeki dönemde sağcı aktörler karşısında bazı tavizler vermek durumunda kalması mümkün, izleyeceği politikalar sol aktörlerde dönem dönem hayal kırıklığı yaratabilir. Şili, Peru ve Meksika gibi ülkelerde de benzer gelişmeler yaşandı. Fakat zaten devrimcilerin Petro’dan Kolombiya’yı kurtarmasını beklemeleri gibi bir durum söz konusu değil. Kolombiya’yı geçtiğimiz 4 yıl boyunca pek çok kez sokağa çıkan, grev yapan, elinden geldiğince bir şeyleri değiştirmeye çalışan vatandaşlar kurtarıyor. 2021 yılında 171 toplumsal liderin ve silah bırakan 43 eski FARC militanının; 2020 yılındaysa 310 toplumsal lider, liderlerin 12 akrabasının (9’u liderlerin çocukları) ve 64 eski FARC militanının öldürüldüğü bir ülkede cesurca mücadeleyi üstlenen insanların kurtuluşu başkasından beklemesi söz konusu değil. Petro hükümetinin göreve gelmesi Kolombiya solunun bugüne dek kazandığı en büyük başarı olabilir. Hükümetin beklentileri karşılayıp karşılayamayacağını yakın gelecekte görmek mümkün olacak ama her durumda Petro hükümetinin izleyeceği politikaların yoksullar, emekçiler, kadınlar, yerliler, siyahlar, LGBTİQ+ vatandaşlar ve tüm ezilenler için bundan önceki hükümetlerin politikalarına kıyasla daha olumlu olacağı neredeyse kesin.

Not: İlk kez 2022 yılının Haziran ayında Abstrakt Dergi'de yayımlanmıştır. 

6 CNMH’ye dair eski bir yazım için: https://demos.org.tr/kolombiya-baris-surecinde-son-durum/

7 Aralık 2023 Perşembe

Kolombiya’da neoliberalizm

Kolombiya’da 28 Nisan’dan beri devam eden ülke çapındaki eylemlerin ülkede uzun zamandır hakim olan neoliberal sistemden kaynaklandığı yönündeki iddialar (Cerón Hurtado, 2021; Martinéz, 2021) ciddi temellere dayanıyor. Neoliberalleşmenin ülkeyi getirdiği nokta eylemcilerin yoğun polis ve paramiliter şiddetine rağmen, üstelik pandemi koşullarında, sokakları terk etmeme kararlılığını göstermelerinde önemli bir faktör. 9 Mayıs 2021 itibariyle en az 47 kişinin öldürüldüğü, en az 548 eylemcinin kaybedildiği ve eylemcilere yönelik en az 12 cinsel şiddet vakasının kaydedildiği (Indepaz ve Temblores, 2021) koşullarda eylemcilerin direnmeye devam etmeleri ülkenin içinde bulunduğu koşulların pek parlak olmadığına dair fikir veriyor olsa gerek.

Bu yazının amacı Kolombiya’da insanların kitlesel olarak ülkenin her köşesinde bu tepkiyi vermelerine yol açan ekonomik koşulları kısaca açıklayarak eylemlerin ve eylemcilere yönelen polis şiddetinin bağlamı içerisinde kavranmasına katkıda bulunmaktır. Bu amaçla ilk olarak 19. yüzyıl sonlarından başlayarak hızlıca Kolombiya’daki ekonomik düzenden kaynaklanan toplumsal ve siyasal sorunlara değineceğim. Bu şekilde 1990’lardan bu yana Kolombiya’ya hakim olan neoliberal politikaları kendisinden önceki ekonomik düzenle ilişkilendirerek okuyacağım. Son olarak da Kolombiyanın son dönemlerindeki neoliberal politikalarını inceleyerek mevcut sorunlara ve bu sorunların ekonomik temellerine işaret etmeyi amaçlıyorum.

Neoliberalleşme öncesi Kolombiya ekonomisi

İspanyol işgalcilerin bugün Kolombiya olarak bilinen ülkenin topraklarına gelişleri 16. yüzyılın başlarında gerçekleşmiştir (Safford ve Palacios, 2001, s. 27; Thomson, 2011, s. 333). 16. yüzyıl sömürge ekonomisi başta altın olmak üzerine değerli madenlerin çıkarılmasına ve yerli halkların köleleştirilmesine dayanıyordu, yani, sömürgecilerin temel gelir kaynakları altın ve köle ticaretiydi (Hristov, 2014; Safford ve Palacios, 2001). O dönem “Yeni Granada” adıyla bilinen Kolombiya 1800’lere dek çok sayıda köle isyanına da tanıklık etmiştir (Hristov, 2014, s. 63). Bu dönemde kaçmayı başaran kölelerin kurdukları özgür yerleşim yerlerine “palenque” adı verilmekteydi. Köle isyanları öyle bir boyuta varmıştı ki kaçan kölelerin oluşturduğu San Basilio de Palenque yerleşimi 18. yüzyılın başlarından itibaren dönemin İspanya Krallığı tarafından özgür bölge olarak tanınmış, bu da bölgede yaşayan, tamamı kaçak kölelerden ve bu kölelerden doğan insanlardan oluşan halkın Amerika kıtasının ilk özgür halkı olarak nitelenmesini sağlamıştır (Arrázola Caicedo, 2019). Yeni Granada’nın yaklaşık 300 yıllık sömürge döneminin sürekli tekrar eden şiddet olaylarıyla, kölecilikle, ırk hiyerarşisine dayanan toplum düzeniyle ve altına ticaretine dayanan ekonomiyle geçtiğini söyleyebiliriz.

Fransa ile İspanya arasındaki savaşların ve çekişmenin bu sürecin son dönemi üzerinde önemli bir etkisi olduğunu söylemek mümkün. Bölgedeki Fransız hakimiyetinin gün geçtikçe güçlenmesi, 19. yüzyıl başlarına gelindiğinde artık İspanya’nın güçten düşmüş bir görüntü vermesine sebep olmuştu (Safford ve Palacios, 2001, s. 81). Bu koşullar altında yerel sömürgeciler, yani, İspanyol kökenli olup Amerika kıtasında doğmuş olan sömürgeci sınıfı, bağımsızlık mücadelesine giriştiler. Kolombiya’da Bağımsızlık Savaşı’nın, yerel iktidar sahiplerinin bağımsızlık ilan ettiği yıl olan 1810’da başladığını söylemek mümkün. 1810-1816 arasında süren ilk savaşın kaybedilmesi üzerine Yeni Granada tekrar İspanyollar tarafından işgal edilmiş, bu durum 1819’a dek devam etmiştir (Safford ve Palacios, 2001, s. 96). 1819’da Simón Bolívar öncülüğünde mücadeleye girişen yerel güçler bu kez Kolombiya’nın yanı sıra Venezuela’yı, Ekvador’u, Panama’yı ve günümüzde Brezilya’ya ve Peru’ya bağlı olan bazı bölgeleri de kapsayan Büyük Kolombiya Cumhuriyeti’ni kurmuşlardır. Kolombiya’nın “Latin Amerika’nın en eski demokrasisi” olarak adlanmasının (Montesinos Coleman, 2013, s. 172) nedeni bu gelişmelerdir, bununla beraber Kolombiya’nın tarihinin herhangi bir döneminde ne kadar demokrasi sayılıp sayılamayacağı her zaman tartışmalı olmuştur.

Venezuela’nın ve Ekvador’un bağımsız devletler olarak 1830 yılında Büyük Kolombiya’dan ayrılmalarıyla Büyük Kolombiya Cumhuriyeti ortadan kalktı (Hristov, 2014; Safford ve Palacios, 2001). Sömürge dönemi Kolombiya’sında ekonominin ekstraktivizme, özellikle de altın kaynaklarının yağmalanmasına dayalı olduğu görülebiliyor. Bu ekonomi büyük ölçüde köle emeğine dayanmaktaydı. Bu durum özellikle köleler ve toprak sahipleri arasında çatışmalara yol açmış, ırksal hiyerarşiye dayalı toplumsal düzenden kaynaklanan gerginlikler ve çatışmalar da sömürge dönemi boyunca devam etmiştir.

Sömürge sonrası dönemde ekonomide bir takım değişiklikler gerçekleştiğini görmekteyiz. Öncelikle belirtmek gerekir ki 19. yüzyıl Kolombiya’nın sürekli olarak siyasal karışıklık içerisinde olduğu bir dönemdir. Büyük Kolombiya’nın dağılmasından sonra kurulan Yeni Granada Cumhuriyeti 1858 yılında Granadina Konfederasyonu’na dönüşmüş, 5 yıl sonra Kolombiya Birleşik Devletleri adını alan Konfederasyon ancak 1886 yılında şu anki ismi olan Kolombiya Cumhuriyeti olarak anılmaya başlanmıştır. Burada, 1811-1902 arası dönemde Kolombiya’da 8 ulusal çapta iç savaşın, 14 bölgesel iç savaşın, Ekvador ile iki uluslararası savaşın ve 3 askeri darbenin meydana geldiğini de not etmek gerekir (Hristov, 2014, s. 67). Siyasal rejimin ve ülkenin sınırlarının belirsiz olduğu 19. yüzyıl Kolombiyasında ticaretin rolünün diğer Latin Amerika ülkelerine kıyasla çok daha düşük olduğu söylenebilir. Kayıtlar 1821-1880 arasında Kolombiya’nın dış ticaret hacminin Latin Amerika ülkeleri arasında yedinci veya sekizinci sırada olduğunu göstermektedir (Safford, 1965, s. 504). Bu dönemde altın ticaretinin sömürge dönemine kıyasla azaldığını da görmekteyiz. Bu durumun temel sebeplerinin savaşlar ve kölelerin orduya alınması olduğu iddia edilmektedir (Safford ve Palacios, 2001, s. 164). Bununla beraber, altın ticaretinin görece hacmi azalmış hâlinin bile hafife alınmayacak miktarda altının Kolombiya dışına çıkarılması anlamına geldiğini belirtmek gerekir.

Her ne kadar dönemin dünya standartlarına göre yüksek miktarda olmasa da 19. yüzyılın ikinci yarısında Kolombiya altın dışında bazı mallardan da kayda değer ihraç geliri elde etmeye başlamıştı. Bu malların başında tütün, kahve ve kınakına kabuğu gelmekteydi (Safford ve Palacios, 2001, s. 229). 19. yüzyılın sonuna doğru kahve ticareti Kolombiya ekonomisinde büyük yer tutar duruma gelmişti, ormanların yok edilmesi yoluyla kahve plantasyonlarına yer açılması uygulamasının yaygınlaşması da bu döneme tarihlenebilir (Pérez-Rincón, 2006, s. 523). Kahve ticareti 20. yüzyıl başlarından itibaren Kolombiya’da o kadar önemli hâle gelir ki Kolombiya’ya yer yer “kahve cumhuriyeti” denildiği dahi görülür (Safford ve Palacios, 2001, s. 266). Bu dönemde kahve işçileriyle toprak sahipleri arasında ciddi çatışmalar gerçekleştiğini, özellikle 1920’lerden itibaren kahve plantasyonlarında çalışan tarım işçilerinin özsavunma birlikleri örgütleyerek toprak sahiplerinin silahlı adamlarıyla mücadele ettiklerini görmekteyiz (Thomson, 2011, s. 334). Bu dönemde kurulan ve sonradan kurulacak FARC, ELN ve EPL gibi gerilla örgütlerinin öncüleri arasında sayılabilecek olan Devrimci Sosyalist Parti (PSR – 1926), Komünist Parti (PC – 1930), Ulusal Sol Devrimci Birlik (UNIR – 1933) ve Ulusal Tarım Partisi (PAN – 1935) gibi siyasal oluşumların tarım işçilerinin toprak sahipleriyle olan mücadelesi çerçevesinde ortaya çıktıklarını söylemek mümkün (Aguilera Peña, 2013, s. 33; Thomson, 2011, s. 334).

Özellikle 1930’a doğru Kolombiya ekonomisinde petrolün öneminin de arttığını görmekteyiz (Palacios, 2003, s. 126). Bu dönemde de yer altı kaynaklarının (altın, gümüş, petrol gibi) sömürülmesi ve başta kahve olmak üzere tarım ürünlerinin ihracatına dayalı bir ekonomi karşımıza çıkmakta. Bu ekonomi büyük şirketlerin ve büyük toprak sahiplerinin çıkarlarıyla uyuşan, ucuz işgücüne dayalı bir ekonomiydi. 1950’ye gelindiğinde Kolombiya nüfusunun yüzde 70 gibi bir kısmının kırsal nüfus olduğu (Palacios, 2003, s. 152) düşünüldüğünde sömürülen emeğin önemli bir kısmının tarım işçilerinin, köylülerin emeği olduğu görülebilir. Bu dönemde çok sayıda köylü ve tarım işçisi büyük şirketlerin çıkarları için katledilmiştir. Örneğin, 1928 yılında (sonradan adını Chiquita Brands International olarak değiştirecek olan) United Fruit Company’nin grev yapan muz işçilerini yönelik talebi üzerine binlerce işçi devlet destekli bir katliam sonucu ortadan kaldırılmıştı (Safford ve Palacios, 2001, s. 281; Thomson, 2011, s. 334). Kolombiya ekonomisinin 20. yüzyılın ortalarına dek büyük ölçüde sömürüye, doğal kaynakların ve işçi emeğinin sömürüsüne, dayalı olduğu, buna karşı çıkanların ise ya doğrudan devlet tarafından ya da devlet destekli silahlı gruplar tarafından saldırıya uğradıklarını, katledildiklerini görmekteyiz.

20. yüzyılın ikinci yarısında bu durum büyük bir değişmeye uğramayacak, bununla beraber özellikle 1970lerden itibaren yeni bir ekonomik kaynak ön plana çıkacak: uyuşturucu ticareti. 1980 yılına gelindiğinde artık Kolombiya’nın en büyük gelir kaynağı yasa dışı uyuşturucu ticaretiydi (Safford ve Palacios, 2001, s. 315). Bu dönemde esrar ve kokain ticareti sonucu ortaya çıkan bir narko-burjuvaziden söz edilmektedir (Thomson, 2011, s. 340). Bu durumun sonucu olarak, büyük uyuşturucu tacirlerinin Kolombiya’nin siyasal ve finansal kurumlarına dahil olduklarını, uyuşturucu ticareti yapan grupların başta ilaç sektörü olmak üzere çeşitli sektörlere el attığını, uyuşturucu gelirlerinin aklanmasının Kolombiya’nın ekonomik büyümesini ciddi biçimde artırdığını ve tüm bunların sonucu olarak da gerek yasal gerek yasa dışı tüm büyük sektörlerin ülkenin ekonomik istikrarının devamlılığı adına kokain ticaretine bağımlı olduklarını görmekteyiz (Maher, 2018, s. 97). Kolombiya neoliberalleşmesini incelerken yasa dışı uyuşturucu ticaretinin Kolombiya ekonomisindeki yerinin bu sürece etkilerini de gözden kaçırmamak gerekiyor. Uyuşturucu ticaretinin Kolombiya toplumu üzerindeki etkilerinden biri de şiddeti kendisinden önceki döneme kıyasla daha da şiddetlendirmiş olmasıdır. Öyle ki 1980 yılında Kolombiya’da yılda her 100.000 kişiden 39’u cinayete kurban giderken bu sayı 1985 yılında 57’ye, 1990’da 86’ya, 1993’te ise 95’e çıkmıştır (Safford ve Palacios, 2001, s. 360). Cinayet sayılarındaki bu artışta uyuşturucu kartellerinin etkisi büyüktür.

Kolombiya’da neoliberalleşme

Her ne kadar neoliberalleşmenin işaretleri 80’lerden itibaren veriliyor olsa da Kolombiya’da neoliberalizmin resmi olarak benimsenmesi César Gaviria Trujillo’nun başkanlığı yürüttüğü dönem olan 1990-1994 yılları arasına tarihlenir (Alvarado Arrautt, 2012, s. 90; Estrada Álvarez, 2006, s. 250). Sonraki hükümetler döneminde de neoliberalleşme süreci devam edecektir. Bu noktada bir parantez açarak şunu belirtmek gerekiyor, bu çalışma neoliberalizmi devlet ile olan ilişkisi üzerinden kavramsallaştıran, bu şekilde tanımlayan bir çalışma değildir. Bu açıdan, neoliberalizme devleti sınırlamak, bir takım alanlarda devletin etkisini sınırlandırmak, çeşitli yollarla devleti küçültmek gibi amaçlar atfeden yaklaşımlardan farklılaşmaktadır. Neoliberalizmin temel özelliklerinin arasında devletle ilişkilenme biçiminin olmadığını, bu ilişkilenme biçimlerinin çeşitli bağlamlarda büyük çeşitlilik gösterdiğini, devletin örgütlenmesi meselesine neoliberal yaklaşımın amaçsal değil araçsal olduğunu savunmaktayım. Neoliberalizmin esasen rekabetçi mekanizmaları toplumun piyasa dışındaki alanlarında da hakim kılmayı amaçlayan (Lebow, 2019, s. 382), siyasal iktidarın genel kullanımının piyasa ekonomisi ilkelerine göre modellenmesi gerektiğini savunan (Foucault, 2008, s. 131), piyasa değerlerini tüm kurumlara yayma hedefi güden (Brown, 2009, ss. 39–40) bir ideoloji olduğu iddiasındayım. Neoliberal ideolojinin devletle ilişkilenme biçimi ise içinde bulunulan sosyopolitik, ekonomik ve kültürel koşullara bağlı olarak değişme göstermektedir. Örneğin, Uruguay (Astori, 1985) ve Şili (Silva, 1992) gibi “otoriter neoliberalizm” kavramının erken dönem kullanımlarına örnek olan vakalara baktığımızda, neoliberalizmin demokratik olmayan yönetimler yoluyla hakim ideoloji kılınabileceği ve otoriterleşme ile neoliberalizmin birbirini besleyebileceği görülmektedir. Hayek’in (2011, s. 166) otoriter hükümetlerin liberal ilkeler doğrultusunda hareket edebileceği iddiası da neoliberalizmin temel özelliklerinden birinin “devleti sınırlandırmak” olmadığını göstermektedir.

Kolombiya’nın neoliberalleşme süreci, genel olarak devlet otoritesinin zayıf olduğu bir ülke olmasının da etkisiyle, devletin çoğu alandaki rolünün iyiden iyiye azalmasıyla sonuçlandı. Literatürde zayıf devlet (Fergusson, 2019; Goldsmith, 2002; Newman, 2009) veya başarısız devlet (Güiza ve Aristizábal, 2013; McLean, 2002) olarak geçen Kolombiya’da, çok sayıda silahlı aktörün devlet otoritesine rakip olabildiği de düşünüldüğünde, neoliberalizmin devletle ilişkilenmesi Şili’deki veya Uruguay’daki askeri diktatörlüklerle karşılaştırıldığında farklı bir biçimde gerçekleşti. 1990larda gerçekleşen özelleştirmeler (Hristov, 2014, s. 83), finans ve gümrük politikaları (Hristov, 2014, s. 82), eğitim politikaları (Castelao-Huerta, 2020, s. 4), emek piyasasının “esnekleştirilmesi” (Estrada Álvarez, 2006, s. 256), sağlık ve sosyal güvenlik politikaları (Estrada Álvarez, 2006, s. 264), kamu kaynaklarının kısılması (Becerra Ostos, 2009, s. 140) gibi olgular incelendiğinde Kolombiya’da neoliberalizmin devletin küçülmesini ve devletdışı aktörlerin (özel şirketler, çokuluslu şirketler, büyük toprak sahipleri, uyuşturucu kartelleri, paramiliter gruplar) güçlenmesini getirdiğini görmek mümkün. Neoliberalleşme öncesinde de devletin şiddet tekeline sahip olmadığı Kolombiya’da neoliberalleşme süreci sonrası devlet dışı silahlı aktörlerin etkilerini daha da artırdıkları görülmekte. 

Kolombiya’da neoliberalleşmenin ilk döneminde paramiliter gruplar önemli bir rol oynamıştır. Örneğin maden ve petrol şirketlerinin faaliyet göstereceği alanlarda paramiliter gruplar tarafından katliamlar gerçekleştirilmiş; British Petroleum (BP), Occidental Petroleum, Conquistador Mines, Exxon, Glencore, BHP Billiton, Anglo American, Drummond gibi çok sayıda şirket Kolombiya ekonomisinin “dışa açılması” sürecinde ülkeye büyük yatırım yapmıştır, savaş koşullarında gerçekleşen bu yatırımların sebebi tam da bu koşulların çokuluslu maden ve petrol şirketleri tarafından kârlı bulunuyor olmasıdır (Richani, 2005). Bu dönemde örneğin BP’nin eylemcilerin bastırılması için Kolombiya ordusunu finanse ettiğinin ve BP’nin faaliyetlerine karşı çıkan yerel aktivistlerle ilgili orduya istihbarat sağladığının ortaya çıkması sonucu Birleşik Krallık’ta bile BP Karşıtı Koalisyon isimli bir platform oluşturulmuştu (Montesinos Coleman, 2013, s. 180). Bu dönem çeşitli büyük şirketlerin paramiliter gruplarla anlaşma yaptıkları, bu yasa dışı anlaşmalar çerçevesinde Drummond ve Chiquita Brands gibi şirketlerin paramiliter örgütleri finanse ettikleri görülmektedir (Romero ve Torres, 2011, s. 150), keza Coca-Cola’nın da Kolombiya’daki paramiliterleri finanse ettiğine dair çok sayıda kanıt gösterilmiş, bu iddialarla ilişkili olarak ABD’de davalar açılmış ve boykot kampanyaları yürütülmüştür (Gill, 2007, 2009; Martín-Ortega, 2008). Özetlemek gerekirse, paramilitarizmin Kolombiya neoliberalleşmesini kolaylaştırıcı iki ana işlevi olduğu söylenebilir. Bunlardan birincisi köylüleri göçe zorlayıp onlardan boşalan toprakların mülkiyetini alan özel şirketlerin güvenliğini sağlamak, ikincisi ise bu şirketlere karşı mücadele yürüten sendikalara, doğa aktivistlerine, yerli aktivistlere doğrudan şiddet uygulayarak bu aktörlerin yıldırılmasını sağlamaktır (Hristov, 2014, s. 152).

Neoliberalleşmenin başlaması kahve ticareti gibi geleneksel gelir kaynaklarının önünü kapatmamış, aksine, kahve üretimini artırabilmek için ormanlık alanların yok edilmesi uygulaması daha da yaygınlaşmıştır (Pérez-Rincón, 2006, s. 527). Kolombiya’da neoliberalleşmenin benimsendiği 90’lı yıllarda da ekonominin esasen 16. yüzyıldakinden çok da farklı temellere dayanmadığını görüyoruz. Ekonominin temelini yine ekstraktivizm, yer altı ve yer üstü kaynakların yağmalanması, ucuz iş gücüne dayalı tarımsal üretim ve bu ürünlerin ülke dışına ihraç edilmesi oluşturuyor. Yani, neoliberal politikaların benimsenmesinin Kolombiya’ya olan etkisi sanayinin gelişmesine değil, geleneksel ihraç kalemleri olan maden, petrol, kahve, muz gibi malların ticaretinin büyütülmesi ve yasa dışı uyuşturucu ticaretinin hacminin genişlemesi şeklinde gerçekleşmiştir. Uribe döneminde (2002-2010) de bu politikalar özü itibariyle muhafaza edilecektir.

Kolombiya’da aşırı sağcı Uribe hükümeti döneminde paramiliterlerin gücü o zamana dek görülmemiş biçimde artmıştır (Tutkal, 2020). Bu dönemde köylülerin göçe zorlanması ve boşaltılan toprakların ya çokuluslu şirketlerin kullanımına ya da uyuşturucu üretimine açılmasının adeta devlet politikasına dönüştüğü söylenebilir. Uribe döneminde 2,5 milyondan fazla Kolombiyalı zorunlu göçe maruz kalmış, onlardan boşaltılan topraklar paramiliterler tarafından ele geçirilmiştir; öyle ki henüz 2005 yılında Kolombiya’nın tarıma elverişli topraklarının en az yüzde 61’i ülkedeki toprak sahiplerinin yüzde 0,4’üne dahi tekabül etmeyen bir azınlığın elinde toplanmıştı (Thomson, 2011, s. 344). Paramiliter gruplar tarafından boşaltılan topraklar özel şirketlerin eline de geçmekteydi, özellikle palmiye yağı endüstrisinin köylülerden boşaltılan topraklara el koymak suretiyle ciddi ölçüde büyüdüğü bilinmektedir (Thomson, 2011, s. 347). Yine Uribe döneminde IMF’den alınan 2,1 milyar ABD doları tutarındaki borç karşılığında kamu bankaları ve özellikle madencilik, petrol ve telekomunikasyon alanlarında faaliyet gösteren kamu şirketleri özelleştirilmiştir (Hristov, 2014, s. 83). Zaten Uribe’nin Kolombiya’da yoksulluğun özel şirketlerden kaynaklanmadığı, aksine özel şirketlerin “terörizm” yüzünden yeterince büyüyememelerinin yoksulluğa neden olduğu (Pardo, 2020, s. 72) gibi beyanları da bu dönem benimsenen politikaların göstergesi sayılabilir.

2010 yılında Uribe’nin desteğiyle başkan seçilen, Uribe hükümeti döneminde de savunma bakanı olarak görev yapmış olan Juan Manuel Santos, göreve gelmesinin ardından Uribe’yle ters düşerek FARC ile barış sürecini başlatmıştı. Santos döneminde (2010-2018) izlenen barış politikalarının paramiliter gruplarla doğrudan ilişkili Uribe döneminde izlenen savaş politikalarından önemli biçimde farklılaştığını kabul etmek gerekir. Bununla beraber, söz konusu neoliberalleşme olduğunda Uribe döneminde iyice hız kazanan neoliberalleşmenin Santos döneminde de aynı hızla devam ettiğini görmekteyiz. Öyle ki Santos barış sürecine elitlerin bir kısmının desteğini ancak ülkenin ekonomik modelinde herhangi bir değişikliğin kesinlikle söz konusu olmayacağını söyleyerek, yani neoliberal politikaların devam edeceğini taahhüt ederek, sağlayabilmişti (Restrepo, 2018, s. 465). Santos’un konuşmalarında da rekabet, bireysellik, başarı, hırs gibi kavramlara vurgular yaptığı, bu özelliklere sahip vatandaşların Santos’un söyleminde ideal vatandaş olarak işaretlendiği görülebilir (Pardo Abril ve Ruiz Celis, 2016, ss. 22–23). Santos’un barış görüşmelerini de sıklıkla barışın ve eşitliğin ekonomik büyümeyi getireceğini söyleyerek meşrulaştırdığı (Pardo Abril, 2016, s. 114; Pardo Abril ve Ruiz Celis, 2016, s. 26), bu şekilde barışı ekonomik büyüme karşısında araçsallaştırdığı bilinmekte. Bu dönemde ana akım medyada da bireysel efor, başarı, rekabet, verimlilik gibi kavramların olumlu bir biçimde tekrarlandığını görmekteyiz (Pardo Abril, 2020a, s. 491). Bu türden medya organlarında iç savaş mağdurları arasında da ayrıma gidildiği görülmekte, zor koşullar altında çalışan ve büyük efor sarf ettiği iddia edilen mağdurlar örnek mağdur olarak sunulmakta, bu çerçevede örneğin, köylerine dönerek çalışmaya başlayan iç savaş mağdurları “pasif bir biçimde devlet yardımı beklemektense” aktif olarak çalıştıkları için övülmektedir (Pardo Abril, 2020b, s. 30). Mevcut Duque hükümeti de bu koşullar altında, yaklaşık 30 yıllık bir neoliberalleşme sürecinin mirasını devralarak göreve başlamıştır.

Neoliberalizm ve pandemi

Kolombiya’daki büyük neoliberalleşme dalgasından sağlık hizmetlerinin etkilenmemiş olması düşünülemez. Gerçekten de Kolombiya, sağlık hizmetinin büyük ölçüde özel sektöre devredildiği ülkelerden biri. 1993 yılında çıkarılan 100 sayılı Kanun, Kolombiya’da sağlık alanında neoliberal politikaların güçlü bir biçimde benimsenmesinin başlangıcı olarak görülmektedir (Patiño, 2015, s. 263). Bu kanun çerçevesinde sağlıkla ilişkili sosyal güvenlik hizmetleri büyük ölçüde özelleştirilerek EPS adı verilen sağlık hizmeti sağlayıcı özel şirketlere bırakılmıştır. Kolombiya hükümeti tarafından desteklenen bu şirketleri korumak için Santos hükümetinin 2015 yılında çıkardığı yasa büyük tepki çekmişti (Patiño, 2015), 2021 yılı eylemlerinin başlamasında büyük etkisi olan faktörlerden biri de yine EPS’lerin kârı gözetilerek hazırlanmış olan sağlık reformu tasarısıydı. Kolombiya’nın sağlık hizmeti sunumu ve hastane kapasitesi açısından çok yetersiz bir ülke olması pandemi sürecinin çok kötü yönetilmesiyle birleşince çok sayıda hasta ve hasta yakını için bu dönemin çok zorlu geçmekte olduğu biliniyor (Martínez-Gómez ve Parraguez-Camus, 2021). Kolombiya’daki bir başka sorun da kayıt dışı ekonomi. Kolombiya’da istihdamın en az yarısının kayıt dışı ekonomi çerçevesinde gerçekleştiği (Martínez, Short ve Estrada, 2017, s. 35), madencilerin dahi ciddi bir kısmının kayıt dışı çalıştırıldığı (Lara-Rodríguez, 2020) düşünüldüğünde, sağlık hizmeti sunumunun neredeyse tamamen özelleştirildiği bir ülkede çoğu insanın pandemi döneminde sağlık hizmetlerinden yararlanamamış olduğu anlaşılabilecektir.

Kayıt dışı ekonominin bir diğer sonucu da bu sektörlerde çalışan insanların pandemi döneminde gelirlerinin neredeyse tamamını kaybetmiş olmalarıdır. Sokağa çıkma yasakları başta olmak üzere kısıtlamalar çoğu kayıt dışı sektörün faaliyetlerini tamamen durdurmuş, pandeminin uzamasıyla birlikte çok sayıda insan aylarca gelir elde edememiştir. Eğitimden inşaata kayıtlı birçok sektörde performans karşılığı ücret sisteminin geçerli olduğu Kolombiya’da pandemi döneminde yalnızca kayıt dışı çalışanların değil çok sayıda kayıtlı çalışanın da ciddi gelir kaybına uğradığını söyleyebiliriz. Temel hizmetlerin büyük ölçüde özelleştirilmiş olduğu, vatandaşlarının çoğunluğunu kayıt dışı sektörlerde çalışan veya düzenli geliri olmayan insanların oluşturduğu, resmi istatistiklere göre son 25 yılda 8 milyondan fazla insanın zorunlu göçe maruz kaldığı, Venezuela’dan kaçmak zorunda kalan yaklaşık 1 milyon göçmenin bulunduğu bir ülke olan Kolombiya’da pandemi öncesinde de temel hizmetlere ulaşmakta güçlük çeken milyonlarca insanın olduğu biliniyor. Pandeminin bu durumu daha da korkunç bir hâle getirdiği de ortada. Tüm bunların üstüne alt ve orta sınıfların vergi yükünü artıran, temel ihtiyaçların KDV’sini yükselten, elektrik-su-doğal gaz-telefon gibi hizmetlere zam yapılmasını öngören, pandemi koşullarında cenaze hizmetlerine dahi zam getiren vergi reformu önerisinin büyük öfke yaratması da anlaşılır. Vergi reformu önerisinin 2 Mayıs tarihinde geri çekilmesinin (“Duque pide retirar proyecto de reforma tributaria que provocó protestas en Colombia”, 2021), 28 Nisan’da başlayan ve kısa sürede tüm ülkeye yayılan kitlesel eylemlerin önüne geçemeyişi de tüm bu sorunlarla ilişkili. Avianca gibi çokuluslu şirketlere vergi afları getirilirken vatandaşlara vergi artırımı yapılması hiç kuşkusuz tepki çekti, fakat vergi reformunun geri çekilmesi vatandaşların yaşam koşullarında herhangi bir iyileştirme anlamına gelmediğinden reformun geri çekilmesinin eylemcilerin öfkesini yatıştırmaya yetmeyeceği de aşikâr.

Kolombiya’da güvenlik güçlerinin, yer yer paramiliter gruplarla işbirliği yaparak, eylemcilere karşı yoğun şiddet kullanması da bu ekonomik koşullardan bağımsız değil. Birçoğu paramiliter gruplarla ve uyuşturucu kartelleriyle bir biçimde ilişkili olan büyük şirketlerin genel olarak mevcut hükümeti destekledikleri bir sır değil. Eylemcilerin taleplerinin yerine getirilmesi bu şirketlerin ekonomik olarak zarar etmeleri anlamına gelecektir. Çokuluslu şirketlerin ve büyük toprak sahiplerinin desteğiyle iktidara gelen ve bu destek sayesinde iktidarını sürdüren hükümetin eylemcilerin neoliberal politikaların temelden değiştirilmesini gerektirecek taleplerini kabul etmeleri mümkün değildir. Bu koşullar altında Duque hükümetinin yapabileceği tek şey polis, asker ve paramiliter gruplar aracılığıyla eylemcilere şiddet uygulayarak eylemcileri yıldırmaya çalışmak, bir yandan da ana akım medya üzerinden eylemcilere yönelik karalama kampanyaları düzenlenmesi ve güvenlik güçlerinin insan hakları ihlallerinin sansürlenmesi yoluyla eylemlere olan desteğin düşürülmesini hedeflemek olmaktadır.

Sonuç

Kolombiya’nın sömürgeleştirildiği 16. yüzyıl başlarından bu yana bu toprakların yer altı ve yer üstü kaynakları yağmalanmakta ve bu kaynaklar ülke dışına çıkarılmaktadır. Ekstraktivizme ve ucuz işgücüne dayalı sömürge ekonomisi, bu ekonomiye yasa dışı uyuşturucu ticaretinin de eklemlenmesiyle, bugün büyük ölçüde devam etmektedir. Özellikle son 30 yılda benimsenen neoliberal politikalar vatandaşların eğitim, sağlık, temiz içme suyu, elektrik vb. temel ihtiyaçlara ulaşmakta büyük güçlükler yaşamasına sebep olmuştur. Özellikle sağlık hizmetinin büyük ölçüde özelleştirilmesinin yarattığı facia COVID-19 pandemisiyle birlikte saklanamaz duruma gelmiştir. Nüfusun büyük çoğunluğunun kayıt dışı veya yasa dışı ekonomik faaliyetler yoluyla geçimini sağladığı, yine işsizliğin çok yüksek olduğu Kolombiya’da pandemi koşulları çoğu vatandaşın temel gıdaya ulaşmakta dahi zorlanmasına, çokuluslu şirketler ülkenin kaynaklarına yağmalamaya devam ederken vatandaşların daha da yoksullaşmasına yol açmıştır. 28 Nisan 2021 tarihinde başlayan kitlesel eylemlerin ana gerekçelerinden biri Kolombiya’nın içinde bulunduğu bu ekonomik koşullardır.

İçinde bulunduğumuz pandemi döneminin başta sağlık hizmetleri olmak üzere temel hizmetlerin kâr amacı güden özel şirketlere devredilmesinin doğurduğu olumsuz sonuçları gösterdiğini söylemek mümkün. Kolombiya gibi ülkelerde eylemcilerin polis kurşunlarıyla karşı karşıya gelmelerinin ardında, birçoğu Türkiye’de de faaliyet gösteren, çokuluslu şirketlerin bulunduğunu söylemek yanlış olmaz. Savaş koşullarından kâr elde eden; köylülerin terk etmek zorunda kaldıkları verimli toprakları ucuz yoldan ele geçiren; topraksızlaşan köylüleri düşük ücretlerle, zaman zaman kayıt dışı olarak çalıştırmak yoluyla kârını artıran; başta altın ve petrol olmak üzere yer altı kaynaklarını yağmalamak adına doğayı talan eden; birçok örnekte yasa dışı uyuşturucu ticaretiyle ve paramiliter gruplarla ilişkili oldukları görülen bu şirketlerin desteği sürdüğü müddetçe neoliberalleşme sürecinin geri alınması pek mümkün görünmüyor. Büyük kısmı çokuluslu veya ulusaşırı olan bu şirketlerin sömürü düzenine karşı yine ulusaşırı direniş pratikleri geliştirilmediği müddetçe Kolombiya’da olanların dünyanın her köşesinden çeşitli “üçüncü dünya” ülkelerinde tekrarlanması şaşırtıcı olmayacaktır.

Not: İlk kez 2021 yılının Mayıs ayında Abstrakt Dergi'de yayımlanmıştır.

Kaynakça

Aguilera Peña, M. (2013). Guerrilla y población civil: Trayectoria de las Farc 1949-2013. Bogotá: Centro Nacional de Memoria Histórica.

Alvarado Arrautt, A. (2012). La reforma a la Ley 30 en el contexto de la globalización. Diálogos de Derecho y Política, (8), 84–100.

Arrázola Caicedo, R. (2019). Palenque: primer pueblo libre de América. Bogotá: Cuéllar Editores.

Astori, D. (1985). Neoliberalismo autoritario en el Uruguay: peculiaridades internas e impulsos externos. Revista Mexicana de Sociología, 47(2), 123–153.

Becerra Ostos, S. J. (2009). Paramilitarismo y neoliberalismo en Barrancabermeja: El caso de la privatización de Ecopetrol 1980-2000. Ciencia Política, 4(7), 125–149.

Brown, W. (2009). Neoliberalism and the End of Liberal Democracy. Edgework: Critical essays on knowledge and politics içinde (ss. 37–59). Princeton: Princeton University Press.

Castelao-Huerta, I. (2020). The discreet habits of subtle violence: an approach to the experiences of women full professors in neoliberal times. Gender and Education, 1–15. doi:10.1080/09540253.2020.1815660

Cerón Hurtado, M. A. (2021, 11 Mayıs). Las verdaderas causas de la protesta en Colombia. Las2orillas. https://www.las2orillas.co/las-verdaderas-causas-de-la-protesta-en-colombia/ adresinden erişildi.

Duque pide retirar proyecto de reforma tributaria que provocó protestas en Colombia. (2021, 2 Mayıs).Deutsche Welle Español. https://www.dw.com/es/duque-pide-retirar-proyecto-de-reforma-tributaria-que-provocó-protestas-en-colombia/a-57405949 adresinden erişildi.

Estrada Álvarez, J. (2006). Las reformas estructurales y la construcción del orden neoliberal en Colombia. A. E. Ceceña (Ed.), Los desafíos de las emancipaciones en un contexto militarizado içinde (ss. 247–284). Buenos Aires: CLACSO. http://bibliotecavirtual.clacso.org.ar/ar/libros/grupos/cece/Jairo Estrada Alvarez.pdf adresinden erişildi.

Fergusson, L. (2019). Who wants violence? The political economy of conflict and state building in Colombia. Cuadernos de Economía, 38(78), 671–700. doi:10.15446/cuad.econ.v38n78.71224

Foucault, M. (2008). The Birth of Biopolitics: Lectures at the Collége de France, 1978-79. New York: Palgrave Macmillan.

Gill, L. (2007). `Right There with You’ Coca-Cola, Labor Restructuring and Political Violence in Colombia. Critique of Anthropology, 27(3), 235–260. doi:10.1177/0308275X07080354

Gill, L. (2009). The limits of solidarity: Labor and transnational organizing against Coca-Cola. American Ethnologist, 36(4), 667–680. doi:10.1111/j.1548-1425.2009.01202.x

Goldsmith, A. (2002). Policing Weak States: Citizen Safety And State Responsibility. Policing and Society, 13(1), 3–21. doi:10.1080/1043946032000050553

Güiza, L. ve Aristizábal, J. D. (2013). Mercury and gold mining in Colombia: a failed state. Universitas Scientiarum, 18(1), 33–49. http://www.scielo.org.co/pdf/unsc/v18n1/V18n1a02.pdf adresinden erişildi.

Hayek, F. A. von. (2011). The Constitution of Liberty. Chicago: The University of Chicago Press.

Hristov, J. (2014). Paramilitarism and neoliberalism: Violent systems of capital accumulation in Colombia and beyond. London: Pluto Press.

Indepaz ve Temblores. (2021). Comunicado Conjunto Temblores ONG - Indepaz. Bogotá. http://www.indepaz.org.co/cifras-de-violencia-policial-en-el-paro-nacional/ adresinden erişildi.

Lara-Rodríguez, J. S. (2020). How institutions foster the informal side of the economy: Gold and platinum mining in Chocó, Colombia. Resources Policy, 1–11. doi:10.1016/j.resourpol.2020.101582

Lebow, D. (2019). Trumpism and the Dialectic of Neoliberal Reason. Perspectives on Politics, 17(02), 380–398. doi:10.1017/S1537592719000434

Maher, D. (2018). Civil War and Uncivil Development. Basingstoke: Palgrave Macmillan. doi:10.1007/978-3-319-66580-1

Martín-Ortega, O. (2008). Deadly ventures? Multinational corporations and paramilitaries in Colombia. Revista electrónica de estudios internacionales (REEI), (16), 1–13.

Martínez-Gómez, C. ve Parraguez-Camus, C. (2021). Daño social, neoliberalismo y Pandemia en América latina. Papeles de Población, 27(107), 103–140.

Martinéz, E. (2021, Mayıs). Colombians Are in the Streets Against a Violent Neoliberal Order. Jacobin. https://www.jacobinmag.com/2021/05/colombia-protest-ivan-duque-tax-reform-neoliberalism-general-strike adresinden erişildi.

Martínez, L., Short, J. R. ve Estrada, D. (2017). The urban informal economy: Street vendors in Cali, Colombia. Cities, 66, 34–43. doi:10.1016/j.cities.2017.03.010

McLean, P. (2002). Colombia: Failed, failing, or just weak? The Washington Quarterly, 25(3), 123–134. doi:10.1162/01636600260046280

Montesinos Coleman, L. (2013). The Making of Docile Dissent: Neoliberalization and Resistance in Colombia and Beyond. International Political Sociology, 7(2), 170–187. doi:10.1111/ips.12016

Newman, E. (2009). Failed States and International Order: Constructing a Post-Westphalian World. Contemporary Security Policy, 30(3), 421–443. doi:10.1080/13523260903326479

Palacios, M. (2003). Entre la legitimidad y la violencia: Colombia 1875-1994. Bogotá: Editorial Norma.

Pardo Abril, N. G. (2016). Neoliberalismo en el discurso de Manuel Santos. Estrategias discursivas. Revista latinoamericana de estudios del discurso, 15(2), 99–116.

Pardo Abril, N. G. (2020a). Memorialización y conflicto armado: la construcción de narrativas para la paz en Colombia / Memorialization and armed conflict: the construction of narratives for peace in Colombia. REVISTA DE ESTUDOS DA LINGUAGEM, 28(1), 479–506. doi:10.17851/2237-2083.28.1.479-506

Pardo Abril, N. G. (2020b). Storytelling: representaciones mediáticas de las memorias en Colombia. Pragmática Sociocultural / Sociocultural Pragmatics, 8(1), 1–40. doi:10.1515/soprag-2020-0004

Pardo Abril, N. G. ve Ruiz Celis, J. (2016). Construcción de la matriz neoliberal en el discurso público: estrategias de semiotización. Cadernos de Linguagem e Sociedade, 17(1), 9–31.

Pardo, N. G. (2020). The dual causes of fragmentation: Democratic security and the communitarian state in Colombian politics. Discourse & Society, 31(1), 64–84. doi:10.1177/0957926519877694

Patiño, J. F. (2015). A salvar los hospitales, no las EPS. La crisis estructural del sistema de salud. Revista Colombiana de Cirugía, 30(4), 263–264.

Pérez-Rincón, M. A. (2006). Colombian international trade from a physical perspective: Towards an ecological “Prebisch thesis”. Ecological Economics, 59(4), 519–529. doi:10.1016/j.ecolecon.2005.11.013

Restrepo, E. (2018). Talks and disputes of racism in Colombia after multiculturalism. Cultural Studies, 32(3), 460–476. doi:10.1080/09502386.2017.1420090

Richani, N. (2005). Multinational Corporations, Rentier Capitalism, and the War System in Colombia. Latin American Politics and Society, 47(3), 113–144. doi:10.1111/j.1548-2456.2005.tb00321.x

Romero, M. ve Torres, D. F. (2011). Drummond, Chiquita y Paramilitares: Adaptación y negociación de ventajas en medio del conflicto. M. Romero Vidal (Ed.), La Economía de Los Paramilitares. Redes de Corrupción, Negocios y Política içinde (ss. 149–190). Bogotá: Debate.

Safford, F. (1965). Foreign and National Enterprise in Nineteenth-Century Colombia. Business History Review, 39(4), 503–526. doi:10.2307/3112601

Safford, F. ve Palacios, M. (2001). Colombia: Fragmented Land, Divided Society. New York: Oxford University Press.

Silva, P. (1992). Intelectuales, tecnócratas y cambio social en Chile: pasado, presente y perspectivas futuras. Revista Mexicana de Sociología, 54(1), 139–166.

Thomson, F. (2011). The Agrarian Question and Violence in Colombia: Conflict and Development. Journal of Agrarian Change, 11(3), 321–356. doi:10.1111/j.1471-0366.2011.00314.x

Tutkal, S. (2020, Ekim). Kolombiya’da Korona ve Paramilitarizm. Abstrakt. http://www.abstraktdergi.net/kolombiyada-korona-ve-paramilitarizm/ adresinden erişildi.

 

Zapatista ayaklanmasının 30. yıl dönümü kutlamalarından izlenimler

1 Ocak 2024, Zapatista ayaklanmasının otuzuncu yıl dönümüydü. ABD, Kanada ve Meksika arasındaki Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması’nın ...