22 Haziran 2020 Pazartesi

Politik Sinema Yazısı: Monos ve El Hoyo (Platform)


Bu yakınlarda verdiği siyasi mesajı çok ilginç bulduğum iki film izledim. Kolombiya yapımı Monos (2019) ve İspanya yapımı El Hoyo (Platform – 2019). Her ne kadar bu iki filmin siyasi pozisyonları çok farklı olsa da aralarında bir ortaklık olduğu kanısındayım. Bu yüzden bu iki filmi aynı yazıda ele alıyorum.

Monos’un siyasi mesajı bugün çok sayıda ülkede yükselişte olan aşırı sağın siyasi mesajı olarak okunabilir. Film, tamamı 18 yaşın altında üyelerden oluşan bir gerilla birliğine odaklanıyor. Birlik, örgütün kaçırdığı yabancı (büyük ihtimalle ABD vatandaşı) bir kadını gözetmekle görevlendirilmiş. Monos, birliğin adı. Her ne kadar yönetmen filmin adını Yunanca’da “tek” anlamına gelen “mono”dan temellendirse de filmdeki gençlerin Yunanca bilmedikleri ve onlar için “mono” kelimesinin İspanyolca’da “maymun” anlamına gelen mono olduğu aşikar. Haliyle karşımızdaki grubun maymunlar olarak adlandırıldığını söyleyebiliriz. Gençler de sürekli olarak hayvansal davranışlar göstermekte, hayvan sesleri çıkarmakta, Batı’nın hayvan doğasına atfettiği biçimde davranmaktadırlar. Bu gençlerden sorumlu olan ve ara sıra onları denetlemeye gelen yetişkin örgüt üyesi ise kısa boyu ve gülünç tavırlarıyla rasyonellikten uzak, hatta insandan aşağı bir varlık olarak resmedilmektedir. Gayrıinsanileştirme filmdeki neredeyse bütün karakterler üzerinde uygulanır, filmin tek gerçek rasyonel karakteri ise örgütün kaçırdığı beyaz ve “gelişmiş ülke” vatandaşı kadındır. Gerilla üyelerinin gayrıinsanileştirilmesinde Amerika kıtasının yerli halklarına yönelik hayvanlaştırma ve gayrıinsanileştirme stratejileri uygulanmaktadır. Yani gençler sürekli vücutlarını ve yüzlerini boyamakta, yerli halkların ritüellerine benzer ayinsel eylemler gerçekleştirmekte; bu yolla da kendilerinin rasyonel insandan daha aşağı bir türe mensup olduklarının altı çizilmektedir. Ekibin fiziksel olarak Kolombiya yerlisi özellikleri gösteren üyesinin lakabının “köpek” olması da bununla ilişkili olarak okunabilir. Film boyunca gördüğümüz diğer gerilla üyelerinin de rasyonellikten uzak, yalnızca “ilkel” dürtüleriyle hareket eden ve beyaz “medeni” kadına kıyasla daha “hayvan” oldukları vurgulanmaktadır.

Tabii ki bu hayvansal gençler “beyaz, medeni ve iyi eğitimli” olan, İspanyolca’yı da aksanlı konuşan kadın kadar zeki değillerdir. Bu sayede beyaz olduğu kadar iyi kalpli ve iyi eğitimli de olduğu vurgulanan kadın karakterimiz aklıyla bu “yarı-hayvan” gerilla üyelerini alt ederek kaçmayı başarır, her ne kadar o yaşına dek büyük ihtimalle hayatında orman görmüş olmasa da. Burada beyaz kadının başında nöbet tutan gerilla üyesin kıza en çok ne istediğini sorduğu sahneye de değinmek gerekir. Gerilla genç kız bu soruya en çok istediği şeyin televizyonda dans etmek olduğunu söyleyerek cevap verir. En büyük hayalı televizyonda dans etmek olan gerilla kız ile bu dünyada çok daha mühim kaygıları olan ama bir şekilde o kızın esiri olmuş batılı beyaz kadın arasındaki “bilinç düzeyi” farkı bu şekilde vurgulanmaktadır.

Monos filminde “öteki” bir korku unsuru olarak kullanılmakta, onun kötü olduğu değil ama bir tür hayvan olduğu iddia edilmektedir. Yani boyalı vücutlu yerliler, şiddetten ve seksten başka şey bilmeyen vahşi Latin gençleri, rasyonellikten nasibini almamış Latin Amerikalı gerilla savaşçıları korkmamız gereken unsurlar olarak kodlanmaktadır. Dahası, irrasyonel ve hayvansı oldukları için onlarla diyalog kurmamız imkansızdır. Beyaz kadının hala sağ olduğundan emin olmak için İngilizce konuşulan memleketinden (büyük ihtimalle ABD) telefon açılır, yalnızca kadının bilebileceği sorular sorulur. Gözyaşları içerisinde favori süperkahramanının Spiderman olduğunu öğreniriz. Telefon kapanır, İngilizce bilmeyen gençler panik içerisinde ineğe dair bir şey sorup sormadığını öğrenmek isterler, çünkü birliğin sorumluluğundaki inek yanlışlıkla öldürülmüştür. Bir tarafta Spiderman hayranı, beyaz batılı karşısında ise öyle Sıpaydır falan bilmeyen, bütün derdi inek olan vahşi bakışlı esmer gençler. Konunun bir anda Spiderman’den ineğe gelmesini anlayamayarak boş gözlerle gençlere bakan beyaz kadının meseleyi anladığında yüzünde beliren (ya da belki de benim belirdiğini hayal ettiğim) aşağılama ifadesi benim film yorumumda önemli bir yer tuttu.

Bu filmi El Hoyo (Platform) ile ilişkilendireceğim yere de diyalog kurmanın imkansızlığından doğru bağlanacağım. Film bize açıkça şunu göstermektedir, muhataplarımız irrasyoneldir, insandan çok hayvana benzerler. Bu yüzden onlarla diyalog kurmak, iletişim yoluyla sorun çözmeye çalışmak, onlara yönelik söz üretmek anlamsızdır. Yapmamız gereken nedir? Yeri gelir Trump’ın duvarı olur, yeri gelir yukarıdan yollanan bombalar olur, orasına bizi korumakla görevli büyüklerimiz karar verecektir.

El Hoyo siyasi olarak Monos’tan çok farklı bir film. Monos ırkçı ve aşırı sağcı bir film olarak karşımıza çıkarken El Hoyo tam da bu ırkçılığa ve aşırı sağa eleştirel yaklaşır. Film, her katta yalnızca iki mahkumun bulunduğu cezaevi benzeri bir yapıyı bize gösterir. Yemek birinci kattan yollanan bir platform aracılığıyla hücreler arasındaki boşluktan iner, her katta iki dakika kadar durur. Bu şekilde yemek artıkları ve boş tabaklar en aşağı kata kadar inerler. Ayda bir tüm mahkumların bulundukları kat değiştirilir.

El Hoyo’yu ilginç kılan şeylerden biri siyasi mesajının bugün hakim olan muhalif yapımlardan oldukça farklılaşması. Bu mesajı şöyle özetleyebiliriz: “Değişim aşağıdan yukarıya gerçekleşmez.” Yani, değişim yukarıdan aşağı gerçekleşecektir. Açlık ve yoksullukla boğuşan aşağıdakiler (alt sınıflar) hem gerekli maddi imkanlardan hem de siyasi bilinçten yoksundur, kendisinden başkasını düşünme seçeneği yoktur, onlardan değişim beklemek dangalaklıktan başka bir şey değildir der yönetmen. Hele elinde kitapla aşağı inip, aç olan aşağıdakileri bilinçlendirebileceğine inanan entelektüellerle alenen dalga geçmektedir. Tabii, bu arada yukarıdakilere olan eleştirisini de eksik etmez. Her şeyden önce eğer herkes ihtiyacı kadar yerse yemeğin en alta kattakilere bile yeteceği iddiasının yanlış olduğunu bize gösterir. Yukarıdakilere yönelen bir başka eleştirisi ise oldukça açıktır, elinde iple tepeye ulaşmaya çalışan Afrikalı Baharat’ın suratına sıçan üst sınıf tavırlı beyaz çift bu eleştiriyi açıkça ortaya koyar. Yani, değişim yukarıdan gelmelidir ama yukarı çıkmak da çok zordur. Ana karakterimiz bunu Baharat’a her zaman yukarı çıkmasını engelleyecek birinin olacağını söyleyerek vurgular.

Tekerlekli sandalyedeki yabancı bilge siyah karakter önce diyalog sonra sopa öğüdünü verir aşağıya giden karakterlerimize. Ama hemen aşağıdakilerle diyalog kurmanın imkansız olduğunu anlarız, sadece sopa işe yaramaktadır. Fakat, bu öğüt boşa verilmemiştir. Öğüt aşağıdakilerle değil yukarıdakilerle olan ilişkilerin doğasına dairdir. Aşağıya söz üretmek anlamsızdır, aşağıdakiyle bu türden bir iletişim gerekesizdir. Yukarı çıkmak da güç olduğuna göre karakterlerimizin elinde tek seçenek kalır, yukarıya yönelik söz üretmek. Yani en tepedekilere mesaj göndermek, onların vicdanına konuşmak, onların bilincini değiştirmeye çalışmak.
 
Bu noktada aşağıda linkini vereceğim Sezai Koyunbakan’ın bu filme dair eleştirisinde bahsettiği iki noktaya da değinmek isterim. Bunlardan ilkini Koyunbakan şöyle ifade ediyor: “eşitsizliği yapılandıran insanlararası ilişkileri görebilmemiz lazım, filmde bu yok...” Ben filmin Foucaultcu anlamda iktidar ilişkilerini öne çıkardığını düşünüyorum. Yani iktidarı (power) doğrudan sahip olunamayan, yine doğrudan bireyler üzerine uygulanamayan, ama eylemler üzerine uygulanan, yani mümkün eylemleri, eylenebilecek alanı şekillendiren bir biçimde kavradığımız takdirde her kattaki mahkumların iki dakika içerisinde platformda yaptıkları eylemlerin alt kattaki mahkumların mümkün eylemlerini şekillendirdiğini ve bu biçimde onların eylemleri üzerinde iktidar kurduğunu düşünebiliriz. Platformu mümkün eylemleri içeren bir dünya olarak kurguladığımızda her mahkum tam da platform üzerindeki eylemleriyle, mesela platforma tükürmesiyle, aşağıdakilerin eylemlerini etkilemekte, bir dereceye kadar onları şekillendirmektedir. Ana karakterimiz bu yüzden aşağıdakileri platforma sıçmakla tehdit eder, zira iktidarı ancak platform üzerinde eyleyerek kurabilmektedir, aşağıdaki bireyler üzerinde değil. Bu yüzden filmin insanlararası ilişkileri gözden kaçırmadığını, aksine bu ilişkileri doğrudan ilişkilerle sınırlamaktansa genel olarak iktidar ilişkileri olarak ele almak istediği için platform üzerindeki eylemler vasıtasıyla yansıttığını düşünmekteyim.

Koyunbakan’ın ikinci eleştirisi ise şu şekilde ifade edilmiş: “altta olanın bir ay sonra kendisini çok yukarıda bulma ihtimali bu eşitsiz yapının toplumsal bir ilişkiyle sürdürülmediği anlamına geliyor.” Burada da ben filmin sistemin sürekliliğinde toplumsal ilişkileri dışlamadığını, aksine mahkumların sürekli yerini değiştirme yoluna giderek sorumluluğu mahkumların tamamına yüklediğini gösterdiğini düşünmekteyim. Ana karakter Goreng bunu çok iyi ifade eder hücre arkadaşı Trimagasi’ye sistemi veya yukarıdakileri değil onu sorumlu tuttuğunu söylediğinde. El Hoyo sistemin sürdürülmesinin sorumluluğunu hepimizin üstüne bindirmektedir. Bunu yaparken eylemlerimizin yukarıdakilerin uyguladığı iktidar tarafından koşullandırıldığını gösterir ama bir yandan biz de aşağıdakilerin eylemlerini koşullandırmaktayız. Bu şartlar altında aşağıdakine yönelik söz üretmek anlamsızdır çünkü platform üzerindeki eylemlerimizle iktidarımızı kullanarak aşağıdakinin eylemlerini zaten şekillendirme imkanımız vardır, ne yazık ki bu imkanımız yukarıdakilerin iktidarınca sınırlandırılır. Tam da bu yüzden yapabileceğimiz tek şey, vicdanına seslenerek veya tehdit ederek ama bir biçimde, en yukarıdakini ikna etmeyi başarmaktır.

Her ne kadar Monos ve El Hoyo siyasi olarak çok farklı konumlarda olsalar da iki film de sözün dönüştürücü gücünü küçümsemektedir. İki film de, çok farklı biçimlerde olsa da, sisteme ya da yönetenlere değil, yönetilenlere yönelik bir güvensizliğin dışavurumu olarak okunabilir. Monos bunu ötekini gayrıinsanileştirerek, hayvanlaştırarak, ötekinin yaşamını değersizleştirerek ve onu bir korku unsuru olarak inşa ederek yapar. El Hoyo ise ötekinin bilincinin maddi koşullar tarafından belirlendiğini bu koşulları değiştirmeden ötekinin bilincini değiştirmenin imkansız olduğunu, koşulları da yalnızca en tepedekilerin değiştirebileceğini iddia ederek yalnızca en yukarı yönelen sözün meşruluğunu muhafaza eder, geri kalan her türlü sözü ise anlamsız kılar. Aşağıdakiyle konuşmak gereksizdir, yukarıdaki de zaten seni dinlemeyecektir. Ama en yukarıdakine bir şekilde ulaşabilirsen o iradesini tüm aşağıdakilere dayatmak yoluyla maddi koşulları değiştirebilir.

İki film de bir biçimde neoliberalizmin Thatcher tarafından meşrulaştırılmış sloganını akla getirmektedir: Alternatif yoktur (There is no alternative). El Hoyo, her ne kadar muhalif bir yapım olsa da, sistemin bir alternatifi olabileceğini düşünmez. Haliyle olası değişiklikleri sistemin içinde kalarak kurgular. Sistemin topyekün ortadan kalktığı, katların ve platformun varolmadığı bir dünyayı gündemine bile almaz. Monos bu konuda bu kadar derinlikli değildir ama onu izlerken de sistemin bir alternatifi olmadığı hissine kapılırız. Her iki filmin de üstüne konuşulması gerektiğini düşünüyorum. Monos aşırı sağın duygu dünyasını olanca netliğiyle ortaya koyduğu için önemli, El Hoyo ise solun git gide daha da içine düştüğü karamsarlığı ve umutsuzluğu yüzümüze vurduğu için.

Not 
Sezai Koyunbakan'ın bahsi geçen eleştirisi şu videoda izlenebilir: https://www.youtube.com/watch?v=n3vbVnDHnx4

Zapatista ayaklanmasının 30. yıl dönümü kutlamalarından izlenimler

1 Ocak 2024, Zapatista ayaklanmasının otuzuncu yıl dönümüydü. ABD, Kanada ve Meksika arasındaki Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması’nın ...