Türkiye’de muhalefetin temel bir eksiği olduğu, bu eksiğin giderilmesi
yolunda bir an önce çalışmalara başlanması gerektiği kanısındayım. Eksik olan
şey gelecek vizyonudur, geleceğe yönelik bir anlatı inşasıdır. Birçok muhalif
aktör siyasal söylemini sürekli olarak “geçmişe dönüş” anlatıları üzerinden kurmaktadır.
AKP öncesi dönem olan 90’ları, darbe öncesi dönem olan 70’leri, cumhuriyetin
ilk yıllarını, Osmanlı’nın son dönemini veya Osmanlı’nın daha şaşaalı
dönemlerini örnek olarak gösteren, bu türden spesifik geçmiş dönemleri
güzelleyerek ülkenin kurtuluşunu bu dönemlere dönüşte bulan çok sayıda muhalif
siyasal aktör mevcut. Son dönemde bunlara çareyi AKP’nin ilk dönemine dönüşte
bulan yeni muhalif siyasal aktörler de eklendi. Burada anlatılan dönemlerin
birçok insan ve topluluk tarafından çok olumsuz biçimde hatırlandığını
biliyoruz. Kürtlerin, Alevilerin, komünistlerin, LGBTİ toplulukların,
İslamcıların, gayrimüslim toplulukların bu dönemlerin bazılarını (veya
tamamını) çok kötü hatırladıklarını biliyoruz. Bu dönemlerde verilen yargı
kararlarına, basın özgürlüğü ve akademik özgürlükler meselesine, devlet
baskısına, siyasal şiddet olaylarına, ekonomik sömürüye ve toplumsal eşitsizlik
örneklerine baktığımızda bu dönemlere dönüşün gerçekten de bugün kitleleri
heyecanlandıracak bir vaat olamayacağını görebiliriz. Bu türden bir geçmişe
dönüş vizyonunun şehirli orta ve üst sınıf içinde çok sınırlı bir grup hariç
tutulursa pek alıcısı olmadığı görülebilir. Peki, muhalefet bunu bilmiyor mu?
Gayet iyi bildikleri kanısındayım.
Madem muhalefet bunu biliyor, neden ısrarla geçmişi ön plana çıkaran anlatılara sarılıyor. Bunun sebebi bugün muhalefetin bir gelecek vizyonu oluşturmaktan çok uzak olmasıdır. Yani, muhalif aktörler geleceğe yönelik bir anlatı inşa etmekte başarısız oldukları için sürekli geçmişe dönmektedir. Halbuki Erdoğan’a baktığımızda, onun geçmişi övmekle birlikte geriye dönüş vaat etmediğini, sürekli olarak geleceğe yönelik bir anlatı kurduğunu görebiliriz. AKP’nin gelecek tasavvuru genel hatları belirlenmiş, çok somut olmasa da görece somut bir vizyona dayalıdır. Nasıl bir gelecek anlatısından söz ediyoruz? Muhafazakâr Sünni Türklerin başat unsur olduğu, diğer Sünnilere de az da olsa yer açılan bir gelecek anlatısından. Yargı, akademi, medya, bürokrasi gibi tüm alanların Sünni İslam anlayışıyla olabildiğince çelişmeyecek biçimde düzenleneceği, ama bir yandan da neoliberalleşmenin tamamlanmasıyla sermayenin istediği gibi at koşturabileceği bir gelecek. İçeride otoriter devlet anlayışına, tek adam yönetimi altında birleşmiş bir tür organik toplum oluşturulmasına dayanan, “devletin bekasını” ilgilendiren alanlarda muhalefete asla tahammül edilmeyecek bir gelecek. Dış politikada komşuları üstünde hakimiyet kurmuş, bölgesel güç ve İslam dünyası lideri olmayı başarmış, küresel sermayeye de entegre olabilmiş bir gelecek. Böylesi bir geleceğin arzulanır olup olmaması dışında mümkün olup olmadığı da tartışmalı. Kendi içinde çelişkiler barıındıran bir vizyon bu. Ama somut bir vizyon. Ve iktidarın anlatısı bu geleceğe her geçen gün daha da yaklaşıldığı yönünde. Yani, akademisyen ihraçlarından başkanlık sisteminin getirilmesine, Ayasofya’nın cami yapılmasından Suriye’ye siyasal ve askeri müdahaleye her şey bu anlatının içerisine yerleştirilebiliyor. Her türlü başarısızlık da bu anlatıdan doğru küresel güçlerin bu vizyonu bozmak için gerçekleştirdikleri sabotaj girişimleri olarak açıklanıyor. Erdoğan bugün tek adam yönetimini inşa edebildiyse burada bu anlatının rolü çok büyüktür.
Muhalefetin başarılı olabilmek için bir gelecek anlatısına ihtiyacı var. 2017 referandumunun, 15 Temmuz’un, 1980 darbesinin veya 1938’in öncesine dönüş vaatleriyle iktidar söylemine karşı mücadele edilemez. Somut bir gelecek vizyonu oluşturmak gerekir. Muhalefet ise bugün ya geçmiş güzellemeleri yapmakta ya da iktidarın çeşitli hamlelerine tepki göstermektedir. Yani aktif değil pasif bir konumdadır. Selahattin Demirtaş’ın kısa süre içerisinde popülerleşmesinde gelecek vizyonu meselesinin önemi çok büyüktür. Demirtaş anlatısını “geçmişe dönüş” üzerine kurmayan, gelecek tasavvuru olan bir siyasal liderdi. Her ne kadar HDP’ye ve Kürt siyasal hareketine çok mesafeli olan topluluklara hitap edemese de, hitap edebildiği topluluklara alternatif bir gelecek vaat edebilmekteydi. Hapse atılmış olmasaydı bu özelliği sayesinde her geçen gün daha da popülerleşmesi ihtimal dahilindeydi.
Türkiye toplumunun (eğer böyle bir şeyden söz etmek hâlâ mümkünse) büyük çoğunluğunun geçmişe dönmek istemediği açık. Bu geçmiş 2010 yılı da olsa, 1999 da olsa, 1979 veya 1925 de olsa bu durum değişmiyor. Bir an önce geleceğe yönelik bir anlatı ve bu anlatıya eşlik edecek somut bir plan oluşturulmazsa muhalefetin parçalanması olasıdır. AKP’nin ilk dönemine dönmek isteyen muhalefetle cumhuriyetin ilk dönemine dönmek isteyen muhalefet, 90’lara dönmek isteyen muhalefetle 90’ları tüyleri diken diken olarak hatırlayan muhalefet, Osmanlı’ya dönmek isteyen muhalefetle Osmanlı’dan nefret eden muhalefet birlikte hareket etmekte büyük güçlük çekecektir. Halbuki muhalefetin büyük çoğunluğunun kabul edebileceği, demokratik ve laik bir ülke inşasına dayalı bir gelecek anlatısı kurmak mümkündür. Özellikle ana akım muhalefet bir an önce ortak vizyon meselesine odaklanmazsa oy hesapları yapmaya harcadığı bütün enerji boşa çıkacaktır. Ülkenin tüm vatandaşlarının insan onuruna yaraşır biçimde yaşayabilecekleri bir gelecek inşa edilebilir. İktidarı değiştirmenin yolu böyle bir gelecek vizyonuna sahip olmaktan geçer, X veya Y bireyini başkan adayı yapmaktan değil.