Halkların Demokratik Partisi (HDP) üzerine gerek parti içinden gerekse
parti dışından çok sayıda ismin dahil olduğu bir tartışma yürütülüyor. Bu
tartışmanın zamanlama açısından uygun olduğu kanısındayım, lakin tartışma uygun
biçimde yürütülmediği takdirde sonuçlarının HDP açısından olumlu olmayacağını
düşünmekteyim. Bu yüzden tartışmanın HDP’nin politik stratejilerinin ve
bunların olası yerel ve küresel etkilerinin tartışıldığı bir eksene çekilmesine
katkı sunmak adına düşüncelerimi paylaşmaya karar verdim.
HDP, Türkiye’de ezilen, sömürülen ve ötekileştirilen öznelerin siyasi
örgütlenmelerini sağlamak üzere oluşturulmuş bir çatı partisidir. Parti
tüzüğünde belirtildiği üzere hedefi hem bu öznelerin siyasi mücadelelerini
örgütlemek hem de bu yoldan demokratik halk iktidarını inşa etmektir. HDP, Kürt
halkının siyasi mücadelesini örgütlemek için kurduğu çeşitli siyasi oluşumları
bünyesinde barındırmakla birlikte, tabanının büyük bir kısmı Kürt Özgürlük
Hareketi olarak adlandırılan hareketin mensupları ve sempatizanlarıdır. Bunun
yanısıra Türkiye’de ezilen ve ötekileştirilen tüm siyasi öznelerin HDP’de yeri
olması lazım gelir. Yükselen Türk milliyetçiliğinin mağduru olan halklar (Arap
halkı, Ermeni halkı, Pomak halkı, Roman halkı, Rum halkı, Süryani halkı, Yahudi
halkı gibi); Sünni İslamcılığın mağduru olan dinsel topluluklar (Alevi
topluluklar, Hıristiyan topluluklar, ateist topluluklar gibi); neoliberal
politikaların mağduru olan işçi sınıfı; cinsiyetçi eril iktidarın mağduru olan
kadın hareketi ve LGBTİ hareketi; Marksist devrimci oluşumlar; engelli
hareketleri; öğrenci hareketleri; anti-entelektüel söylemden dolayı söz
söyleyecek alan bulamaz hale getirilmiş entelektüel bireyler ve insan hakları
aktivistleri HDP’de, en azından belirli bir dereceye kadar, temsil
edilmektedir. Bu yüzden de HDP bir çatı partisi olarak isimlendirilir.
HDP’nin oluşumu Gezi Parkı İsyanı ile doğrudan ilişkilidir. Yakın geçmişte
ortaya çıkan, lidersiz olan, klasik örgütlenme formlarından (sendika, parti,
cephe, vb.) farklılığıyla dikkat çeken bu isyan hareketlerinin köşeye sıkışmış
sol siyasetlere yeni bir alan kazandırdığı açıktır. Fakat bu hareketlerin
avantajı olan lidersiz, yetkili organları ve karar alma mekanizmaları olmayan
yapılanma biçimleri, onların kriz anlarında hareket kabiliyetlerini ciddi
biçimde kısıtlamıştır. Bu durum karşısında İspanya’da PODEMOS ve Yunanistan’da
SYRIZA örneklerinde gördüğümüz gibi bu hareketler içerisinden legal siyasi
partiler oluşturulmuş, bu partiler iktidar ortaklığına kadar yükselmişlerdir.
Bu durum hiç kuşkusuz siyasi partinin kendisi açısından bir başarı olarak kabul
edilecek olsa da, isyan hareketlerine mensup aktivistlerin iki ülkede de bu
partilerin politikalarından çok da memnun olmadıkları ve kendilerinin bu
partilerde temsil edilmediklerini düşündükleri görülmektedir. Türkiye’de Kürt
meselesinin yarattığı özgül durum olmasaydı HDP’nin de benzeri bir siyasi
başarı gösterme ihtimali sanıyorum ki yüksek olurdu, aktivistlerin
geliştireceği eleştiriler de aynı şekilde sanıyorum benzer olacaktı. En nihayetinde,
tüm engelleme girişimlerine rağmen HDP katıldığı ilk genel seçimden itibaren
büyük siyasi başarılar göstermiş bir siyasi partidir.
HDP’nin yalnızca ulusal bir parti olmadığını akılda tutmak gerekir. HDP hem
Kürt siyasi hareketinin bir parçasıdır, bu bağlamda politikaları Kürdistan’ın
Kuzey Kürdistan dışında kalan bölgelerini de doğrudan etkilemektedir; hem de
HDP çok sayıda sol örgütü barındıran bir çatı partisi olarak dünya sosyalist
hareketinin de bir parçasıdır. Türkiye’nin küresel ölçekte güçlenen otoriter
neoliberalizm ve aşırı sağ hareketler açısından kritik önemde bir ülke olduğu
düşünüldüğünde HDP’nin politikaları hem küresel bir mağduriyet yaşayan
göçmenlerin sorunlarıyla hem de otoriter neoliberalizm karşısında inşa edilmeye
çalışılan küresel sol muhalefetin baskılar karşısında izleyeceği politikalarla
doğrudan ilişkilidir, değilse de ilişkili olmalıdır.
Otoriter neoliberalizm kavrayışım Ian Bruff’un çalışmalarından
etkilenmiştir. Yani, benim için otoriter neoliberalizm 2007 sonrası kriz
yaşayan neoliberalizmin bu krizden çıkabilmek için merkezi devletin imkanlarını
kullanmasıyla oluşturulmuş politikaların genel adıdır. Neoliberalizmin
merkeziyetçi otoriter devlet yapılanmaları tarafından benimsenmesiyle toplumun
her alanına ekonomik gereklilik bahanesiyle müdahale edilmeye başlanmış, yasal
mekanizmalar neoliberal politikaların hizmetine sunulmuş, demokratik katılım ve
yerinden yönetim mekanizmaları “verimli” olmadıkları gerekçesiyle etkisiz hale
getirilmiş, ortaya da adeta denetimsiz bir merkezi iktidarın umursamaz
neoliberal politikaları ve bu politikalar sonucu mağdur olan milyarlarca
insanın oluşturduğu tablo çıkmıştır. HDP, PODEMOS ve SYRIZA gibi partilerin
temelinde bu sisteme isyan eden kitleler yatmaktadır. Türkiye’de Kürt Özgürlük
Hareketi’nin yerinden yönetim ve demokratik özerklik talepleri, otoriter
neoliberalizm karşısında örgütlenen diğer grupların talepleriyle uyumludur ve
otoriter neoliberalizmle mücadelede etkili bir strateji oluşturabilecektir. Şu
an HDP üzerine yürütülen tartışmaları da ben bu çerçevede okuyorum.
Uzun zamandır yurtdışında yaşadığım için Türkiye’de yürütülen siyasi
tartışmalardan büyük ölçüde haberdar değilim, bireysel çekişmelerin oldukça
uzağında kaldım. Bu durum hiç kuşkusuz bazı sözlerimin havada kalmasına yol
açacaktır. Ama bu durumun aynı zamanda HDP üzerine yürütülen tartışmaları
küresel siyasi atmosferle daha doğrudan biçimde ilişkilendirmemi de
sağlayacağını ummaktayım. Gözlemleyebildiğim kadarıyla çeşitli şahıslar ve
oluşumlar HDP’nin Türkiye’deki diğer muhalefet unsurlarla geliştirdiği
diyalogun, özellikle geçtiğimiz yılki yerel seçimlerde izlenen stratejinin,
yanlış olduğunu ve HDP’nin hedefleriyle uyuşmadığını iddia etmekteler. Bu
gruplar içerisinde hem Kürt siyasi hareketinin temsilcileri hem de Marksist
devrimci kimliğiyle ön plana çıkan çeşitli siyasi hareketlerin temsilcileri
bulunmaktadır. Açıkçası, 31 Mart seçimlerinde ve sonrasında izlenen siyasetin
HDP açısından sonuçlarının olumlu mu yoksa olumsuz mu olacağını kestirmek için
henüz çok erken. Fakat bu stratejiyi yanlış bulan şahıs ve örgütlerin
eleştirileri kestirilip atılacak, yokmuş gibi davranılacak türden eleştiriler
değil. Bu bağlamda ben eleştiren isimlerin kaygılarını anladığım biçimiyle
sıralamak isterim.
1) Siyasi iktidarlar salt iktidar partilerinden oluşmazlar. Türkiye’de de
siyasi iktidar yalnızca Saray, AKP ve MHP’den ibaret değildir. Başta büyük
sermaye sahiplerinin çoğunluğu olmak üzere toplumun çeşitli kesimleri bu
iktidara dahildir. Bu kesimler içerisinde muhalefet partileri olarak görülen
CHP, İYİ Parti, Saadet Partisi ve yeni kurulan küskün partilerin üyeleri de
vardır. Tepkilerin bir kısmı bu partileri güçlendirmenin büyük resmi
değiştirmeyeceği, HDP’nin odaklanması gereken daha öncelikli meseleler olduğu
düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Yani işin daha açıkçası, her ne kadar tek adam
iktidarına ve yükselen faşizme karşı diğer partilerin adaylarını yerelde
desteklemek olumlu olabilecek olsa da, belediye başkanını CHP’nin veya İYİ
Parti’nin çıkarmasının uzun vadede otoriter neoliberalizmle mücadele noktasında
bir değişiklik yaratmayacağı, Kürt siyasi hareketinin güçlü yerinden yönetim ve
demokratik özerklik taleplerine de katkı sunmayacağı düşünülmektedir.
2) Otoriter neoliberalizme karşı ortaya çıkan isyan hareketlerinden doğan
siyasi partiler geleneksel siyasi parti formunun böylesi isyanları temsile
uygun olmadığını göstermiştir. HDP, genel ve yerel seçimler odaklı bir siyaset
izlemek yerine siyaset yapmanın farklı biçimlerine ağırlık vermeli, bu bağlamda
da zaten devlet baskısından dolayı kayda değer kısmını kaybettiği enerjisinin
kalanını CHPli belediye başkanlarına seçim kazandırmak ve mecliste diğer
vekillerle kavga etmek gibi faaliyetlerle harcamamalıdır.
3) Kürt siyasi hareketi Kürdistan odaklı bir siyaset izlemelidir. Bu
bağlamda enerjisini Türkiye siyaseti adına Ankara’da tüketmemesi, yereli
merkezine alan ve Kürdistan’ın diğer bölgelerinde de etkili olabilecek bir
siyaset izlemesi gerekir.
4) Muhalefet partileri iktidarın söylemini yeniden üretmekte; Türk milliyetçiliği,
Sünni İslamcılık, otoriter neoliberalizm, cinsiyetçi ataerkil iktidar, göçmen
ve yabancı düşmanlığı, anti-entelektüelizm ve anti-komünizm bu şekilde yeniden
üretilmektedir. HDP’nin buna karşı bir cephe oluşturmaktansa bu söylemi yeniden
üreten siyasi öznelerle ittifak girişimlerinde bulunması elde kalan mücadele
zemininin de kaybedilmesiyle sonuçlanacaktır.
Bu kaygıları doğuran olguların varlığı reddedilemez. Başta Türkiye
tarihinin tartışmasız en parlak siyasetçilerinden biri olan Selahattin Demirtaş
olmak üzere siyasi tutsakların temelsiz iddianamelere dayanılarak bugün hala
cezaevinde tutulmaları, HDP belediyelerinin büyük kısmına şimdiden kayyım
atanmış olması, ihraç edilen akademisyenlerin hala görevlerine iade edilmemiş
olmaları ve Kürt şehirlerinde artarak devam eden devlet şiddeti tüm bu
kaygıların ortaya çıkmasında rol oynamıştır. Özellikle siyasi tutsaklar ve
kayyım atanan belediyeler konusunda Türkiye’deki diğer muhalif partilerin
umursamazlığı açıktır. Bu koşullar altında HDP’nin mevcut politikalarının
eleştirilmesi de son derece meşrudur. Ama unutulmamalıdır ki, devletin
baskısını tüm hücrelerinde hisseden, elinde kalan birkaç belediyenin de kayyım
atanmakla tehdit edildiği, üyelerinin sürekli olarak tehdit altında olduğu bir
atmosferde HDP üyelerinin çalışmaları, hemfikir olmadığımız politikalar
doğrultusunda yürütülen çalışmalar olsalar dahi, çok kıymetlidir. Bu yüzden her
türlü tartışmanın HDP’yi yıpratmak için değil HDP’ye katkı sunmak için
gerçekleştirilmesi, eleştirilerin yapıcı biçimde ortaya konması, kırıcı
olmaktan kaçınılması gerekmektedir. Ben de bu bağlamda yukarıda sıraladığım
kaygıları çok kısaca değerlendirmek istiyorum.
1) HDP seçmeninin büyük çouğunluğu yerel seçimleri CHP adayının kazanmasını
AKP adayının kazanmasına tercih edecektir. Bunun aksini iddia etmiyorum. CHP
adayı ile AKP adayı arasında hiçbir fark olmadığını savunuyor da değilim. Bu
kaygıları dile getirenlerin büyük çoğunluğu da bu noktada sanıyorum benimle
hemfikir olurlar. Burada kaygı yaratan şey seçimlerde Millet İttifakı adayına
destek vermenin, oy verilmesi için bu adayları işaret etmenin, dolaylı
sonuçlarıdır. Bu durum Millet İttifakı mensubu partilerin meşruiyetini
güçlendirmekte (İYİ Parti’nin ve Saadet Partisi’nin de bu meşruiyetten pay
aldıklarını unutmayalım), HDP’ye ise meşruiyet kaybettirmekte, HDP’yi ittifak
yapılamaz, gayrımeşru, bir siyasi oluşum olarak işaretlemektedir. Yani HDP, oy
verilmesi için CHP adaylarını işaret ettiği noktada kendi varlığını
temellendirmek konusunda ciddi sorunlar yaşamaya başlamıştır, bugün de hala bu
sorunlarla boğuşmaya devam etmektedir. Bunun yanısıra HDP’nin yerel seçimlerde
Millet İttifakı adaylarına oy istemesi, demokratik özerklik taleplerinin
meşruiyetini de zayıflatmaktadır.
2) HDP’nin seçim odaklı siyaset izlemesi bir takım kazanımlar sağlamış
olmakla birlikte HDP’yi bugün çok dar bir alana hapsetmiş görünüyor. Bu konuyu
salt seçimlere katılmak – seçimlere katılmamak ikilemi arasında düşünmek yanlıştır.
Bir siyasi parti seçimlere katıldığı halde seçim odaklı siyaset yürütmeyebilir,
seçimlere katılmadan seçim odaklı siyaset yürütmek de benzer biçimde mümkündür.
Burada eleştirilen mesele HDP’nin seçimlere katılmış olması değil, Türkiye gibi
seçimlerin şaibeli yürütüldüğü ve seçim sonuçlarının kayyımlar benzeri
anti-demokratik mekanizmalarla hiçe sayıldığı bir ülkede seçimlere haddinden
fazla enerji ayırmış olmasıdır.
3) Kürdistan odaklı hiçbir siyasetin Ankara’yı görmezden gelemeyeceği
açıktır. Bununla birlikte Ankara siyasetine fazla kapılmanın güçlü yerinden yönetim
ve demokratik özerklik talepleriyle pek uyuşmadığı da sanırım kabul edilir.
Neredeyse kayyım atanmamış belediye kalmamışken hâlâ TBMM’de varlık göstermenin
yalnızca Türkiye içerisinde değil uluslararası camiada da yaratacağı etki
hesaba katılmalıdır. HDP’nin Meclis’teki varlığının hem TBMM’yi hem de mevcut
hükümeti meşrulaştırıcı bir görüntü çizebileceği, sanki Türkiye’de demokratik
mekanizmalar gerçekten işliyormuş gibi bir hava yaratabileceği görmezden
gelinmemelidir.
4) Muhalefet partileri hem ayrımcı söylemleri yeniden üreten hem de ayrımcı
söylemlerle mücadele eden kişileri barındırmaktadır. HDP de kendi seçmenine bu
partilerin adaylarını oy verilecek adaylar olarak işaret etmekle artık kendini
siyasi bir yükümlülüğün altına sokmuştur. Bu noktadan sonra bu adayların
eylemlerinden, her ne kadar bağlı bulundukları siyasi partiler kadar olmasa da,
HDP de bir dereceye kadar sorumludur. Haliyle HDP seçmeninin partisi işaret
ettiği için oy verdiği bu adaylar ırkçı, milliyetçi, yabancı düşmanı, göçmen düşmanı,
kadın düşmanı, LGBTİ birey düşmanı, Alevi düşmanı, Hıristiyan düşmanı vb.
yorumlar yaptıkları takdirde veya bir takım devlet politikalarını destekleyen
yönde açıklamalar yaptıkları durumlarda HDP genel merkezi de özeleştiri
vermekle yükümlüdür. Şartlar bunu gerektirdi demekle bu türden meseleleri
kapatmak mümkün olmaz. HDP belediyelerine teker teker kayyım atanırken HDP
seçmeninin oyu sayesinde göreve gelmiş başkanların yaptığı ve yapacağı bir
takım milliyetçi, devletçi, şovenist açıklamaların HDP tabanı üzerinde
yaratacağı olumsuz etkinin önüne geçebilecek siyasi hamlelerin bir an önce
gerçekleştirilmesi yararlı olabilecektir. Ayrıca, temsili demokrasiye ve seçim
sistemine yönelik eleştiriler saklı kalmak kaydıyla, oyu pazarlık sonucu
kullanılabilecek, bağra taş basıp kötünün iyisine verilmesi gereken bir şey
olarak kurgulamak kadar demokratik özerklik temelli bir siyaset anlayışına ters
düşecek çok az söylem olduğu yönündeki kanaatimi de burada paylaşmak isterim.
Konuya tekrar döndüğüm takdirde önerilerimi daha uzun biçimde yazacağım.
Ama şu aşamada HDP’nin iki noktaya ağırlık vermesini gerekli gördüğümü
belirtmek isterim. Bunlardan birincisi, uluslararası siyasetin aktif biçimde
yürütülmesidir. Uluslararası sol ve otoriteryanizm karşıtı hareketler içinde
daha aktif olması HDP’nin yararına olacaktır, zira otoriter neoliberalizmin
temsilcisi siyasi iktidarlar Brezilya’da, ABD’de veya Türkiye’de olmalarından
bağımsız olarak işbirliği halindedirler. Muhalif yapılanmaların da benzer bir
işbirliğini oluşturmaları hayati önemdedir, bu türden oluşumlarda Türkiye’yi
temsil pozisyonunun milliyetçi ve devletçi reflekslere sahip olan CHP’ye
bırakılmaması önemli bir meseledir. Bunun yanısıra bugün hukuksuzluk ve tek
adam rejimi dolayısıyla yurtdışında ciddi sayıda insanın oluşturduğu bir
Türkiye diasporası mevcuttur. Bu diasporanın siyasi örgütlenmesinde HDP’nin
öncü rol üstlenmesi, iktidar partisinden veya iktidarın söylem dilinden
kopamayan muhalefet partilerinden yöneltilecek dış mihraklık, ajanlık gibi mesnetsiz
eleştirilerden çekinmeden bu görevi üstlenmesi, kanımca önemli olacaktır. Son
olarak, unutulmamalıdır ki HDP Kürt siyasi hareketinin bir parçası olarak
Kürdistan’ın her bölgesindeki siyasi gelişmeleri takip etmek ve gerekli
gördüğünde bu gelişmelere müdahale etmekle yükümlüdür. Yalnızca bu yükümlülük
dahi HDP’yi uluslararası bir siyasi aktör olarak değerlendirmemizi gerektirir.
HDP Türkiye’deki gelişmelere dair karar alırken tüm bu dengeleri göz önünde
bulundurmalı ve aldığı kararların yalnızca Türkiye’deki iktidar ve muhalefet
partilerini nasıl etkileyeceğini değil, aynı zamanda bu kararların uluslararası
camiada nasıl etkiler yaratacağını, özellikle Kürdistan’ın diğer bölgelerindeki
siyasal aktörlerle, Türkiye diasporasıyla ve küresel sol örgütlerlerle ilişkili
olarak nasıl etkiler yaratacağını hesaplamalıdır.
İkinci nokta ise Türkiye’de alternatif yapılanmaların oluşturulmasında
oynanacak roldür. Türkiye'de basının, akademinin, sivil toplumun, aktivizmin
geldiği nokta çok vahimdir. Bu çerçevede muhalif gazetecilere, akademisyenlere,
aktivisitlere ve sivil toplum örgütleri mensuplarına alan açmak neredeyse
tamamen işlevini kaybetmiş TBMM’de çalışma yürütmekten daha acil bir iş olarak
düşünülebilir. Bu bağlamda HDP’nin yerel örgütlenmelere öncelik vermesi,
alternatif yapılanmaları desteklemesi, bunu da klasik bir siyasi parti
kafasıyla değil tam da geçtiğimiz onyılda çok sayıda örneğini gördüğümüz sokak
hareketlerine benzer bir mantıkla gerçekleştirmesi gerekir. Böylesi bir yaklaşım
güçlü yerinden yönetim ve demokratik özerklik talepleriyle de uyumlu olacak, en
azından Türkiye özelinde otoriter neoliberalizme karşı yeni cepheler açılmasını
da sağlayabilecektir. Türkiye gibi siyasi parti disiplininin katı olduğu
ülkelerde partilerin karar alma süreçleri genellikle hiç şeffaf değildir.
HDP’nin çeşitli belediyeleri demokratik özerklik anlayışıyla uyumlu bir biçimde
ve bu genel gidişata aykırı olarak oldukça şeffaf biçimde karar almakta ve
siyaset üretmekteydiler, lakin bugün bu belediyelerin büyük çoğunluğuna kayyım
atanmış durumdadır. Bu şartlar altında siyaset mekanizmalarının şeffaf biçimde
işletilmesi HDP genel merkezinden beklenecektir, bu beklentinin son dönemde
karşılanmadığını ifade etmek de sanıyorum yanlış olmayacaktır.
Hiç kuşkusuz bunları söylemekle HDP bu konularda hiçbir şey yapmıyor,
hiçbir faaliyet yürütmüyor demek istemiyorum. Eminim eleştirilerini kamuoyuyla
paylaşan diğer isimlerin çoğu da bu kanaatte değillerdir. Anlaşıldığı kadarıyla
esasen öncelikli politikaların neler olacağı konusunda bir görüş anlaşmazlığı
mevcut. Bunun bugün tartışılması tüm ezilen, sömürülen ve ötekileştirilen
özneler açısından olumlu olacaktır düşüncesindeyim. İstemeden kırıcı olabilecek
bir laf ettiysem peşinen özür diler, kamuoyuna saygılarımı sunarım.
Not: HDP'nin belediyelerine kayyım atanması ve belediye başkanlarının gözaltına alınması haberlerini aldığımız böylesi bir günde bu konuya dair yazı yayınlamanın uygunluğu konusunda tereddüt içerisindeydim lakin sonuçta bu gelişmelerin tam da böylesi meseleleri tartışmanın aciliyetini ortaya koyduğuna karar verdim. Bu bağlamda, HDP bir an önce seçmenlerinden oy istemek suretiyle seçilmelerine doğrudan katkıda bulunduğu belediye başkanlarına yönelik somut eylem çağrısında bulunmalıdır. "Yeri değil, zamanı değil" türünden gerekçelerin durumu kötüleştirmekten başka bir şeye yaramadıkları açıktır. Kayyımlar karşısında HDP ile eylem düzeyinde dayanışma göstermeyen siyasi oluşumlarla ilişkilerin sürdürülmesini rasyonel bir biçimde izah etmek uzun zamandır güçleşmişti, şu anki koşullarda ise mümkün olmaktan tamamen çıktığı kanısındayım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder