14 Mayıs 2020 Perşembe

HDP Tartışmalarına Dair


Halkların Demokratik Partisi (HDP) üzerine gerek parti içinden gerekse parti dışından çok sayıda ismin dahil olduğu bir tartışma yürütülüyor. Bu tartışmanın zamanlama açısından uygun olduğu kanısındayım, lakin tartışma uygun biçimde yürütülmediği takdirde sonuçlarının HDP açısından olumlu olmayacağını düşünmekteyim. Bu yüzden tartışmanın HDP’nin politik stratejilerinin ve bunların olası yerel ve küresel etkilerinin tartışıldığı bir eksene çekilmesine katkı sunmak adına düşüncelerimi paylaşmaya karar verdim.

HDP, Türkiye’de ezilen, sömürülen ve ötekileştirilen öznelerin siyasi örgütlenmelerini sağlamak üzere oluşturulmuş bir çatı partisidir. Parti tüzüğünde belirtildiği üzere hedefi hem bu öznelerin siyasi mücadelelerini örgütlemek hem de bu yoldan demokratik halk iktidarını inşa etmektir. HDP, Kürt halkının siyasi mücadelesini örgütlemek için kurduğu çeşitli siyasi oluşumları bünyesinde barındırmakla birlikte, tabanının büyük bir kısmı Kürt Özgürlük Hareketi olarak adlandırılan hareketin mensupları ve sempatizanlarıdır. Bunun yanısıra Türkiye’de ezilen ve ötekileştirilen tüm siyasi öznelerin HDP’de yeri olması lazım gelir. Yükselen Türk milliyetçiliğinin mağduru olan halklar (Arap halkı, Ermeni halkı, Pomak halkı, Roman halkı, Rum halkı, Süryani halkı, Yahudi halkı gibi); Sünni İslamcılığın mağduru olan dinsel topluluklar (Alevi topluluklar, Hıristiyan topluluklar, ateist topluluklar gibi); neoliberal politikaların mağduru olan işçi sınıfı; cinsiyetçi eril iktidarın mağduru olan kadın hareketi ve LGBTİ hareketi; Marksist devrimci oluşumlar; engelli hareketleri; öğrenci hareketleri; anti-entelektüel söylemden dolayı söz söyleyecek alan bulamaz hale getirilmiş entelektüel bireyler ve insan hakları aktivistleri HDP’de, en azından belirli bir dereceye kadar, temsil edilmektedir. Bu yüzden de HDP bir çatı partisi olarak isimlendirilir.

HDP’nin oluşumu Gezi Parkı İsyanı ile doğrudan ilişkilidir. Yakın geçmişte ortaya çıkan, lidersiz olan, klasik örgütlenme formlarından (sendika, parti, cephe, vb.) farklılığıyla dikkat çeken bu isyan hareketlerinin köşeye sıkışmış sol siyasetlere yeni bir alan kazandırdığı açıktır. Fakat bu hareketlerin avantajı olan lidersiz, yetkili organları ve karar alma mekanizmaları olmayan yapılanma biçimleri, onların kriz anlarında hareket kabiliyetlerini ciddi biçimde kısıtlamıştır. Bu durum karşısında İspanya’da PODEMOS ve Yunanistan’da SYRIZA örneklerinde gördüğümüz gibi bu hareketler içerisinden legal siyasi partiler oluşturulmuş, bu partiler iktidar ortaklığına kadar yükselmişlerdir. Bu durum hiç kuşkusuz siyasi partinin kendisi açısından bir başarı olarak kabul edilecek olsa da, isyan hareketlerine mensup aktivistlerin iki ülkede de bu partilerin politikalarından çok da memnun olmadıkları ve kendilerinin bu partilerde temsil edilmediklerini düşündükleri görülmektedir. Türkiye’de Kürt meselesinin yarattığı özgül durum olmasaydı HDP’nin de benzeri bir siyasi başarı gösterme ihtimali sanıyorum ki yüksek olurdu, aktivistlerin geliştireceği eleştiriler de aynı şekilde sanıyorum benzer olacaktı. En nihayetinde, tüm engelleme girişimlerine rağmen HDP katıldığı ilk genel seçimden itibaren büyük siyasi başarılar göstermiş bir siyasi partidir.

HDP’nin yalnızca ulusal bir parti olmadığını akılda tutmak gerekir. HDP hem Kürt siyasi hareketinin bir parçasıdır, bu bağlamda politikaları Kürdistan’ın Kuzey Kürdistan dışında kalan bölgelerini de doğrudan etkilemektedir; hem de HDP çok sayıda sol örgütü barındıran bir çatı partisi olarak dünya sosyalist hareketinin de bir parçasıdır. Türkiye’nin küresel ölçekte güçlenen otoriter neoliberalizm ve aşırı sağ hareketler açısından kritik önemde bir ülke olduğu düşünüldüğünde HDP’nin politikaları hem küresel bir mağduriyet yaşayan göçmenlerin sorunlarıyla hem de otoriter neoliberalizm karşısında inşa edilmeye çalışılan küresel sol muhalefetin baskılar karşısında izleyeceği politikalarla doğrudan ilişkilidir, değilse de ilişkili olmalıdır.

Otoriter neoliberalizm kavrayışım Ian Bruff’un çalışmalarından etkilenmiştir. Yani, benim için otoriter neoliberalizm 2007 sonrası kriz yaşayan neoliberalizmin bu krizden çıkabilmek için merkezi devletin imkanlarını kullanmasıyla oluşturulmuş politikaların genel adıdır. Neoliberalizmin merkeziyetçi otoriter devlet yapılanmaları tarafından benimsenmesiyle toplumun her alanına ekonomik gereklilik bahanesiyle müdahale edilmeye başlanmış, yasal mekanizmalar neoliberal politikaların hizmetine sunulmuş, demokratik katılım ve yerinden yönetim mekanizmaları “verimli” olmadıkları gerekçesiyle etkisiz hale getirilmiş, ortaya da adeta denetimsiz bir merkezi iktidarın umursamaz neoliberal politikaları ve bu politikalar sonucu mağdur olan milyarlarca insanın oluşturduğu tablo çıkmıştır. HDP, PODEMOS ve SYRIZA gibi partilerin temelinde bu sisteme isyan eden kitleler yatmaktadır. Türkiye’de Kürt Özgürlük Hareketi’nin yerinden yönetim ve demokratik özerklik talepleri, otoriter neoliberalizm karşısında örgütlenen diğer grupların talepleriyle uyumludur ve otoriter neoliberalizmle mücadelede etkili bir strateji oluşturabilecektir. Şu an HDP üzerine yürütülen tartışmaları da ben bu çerçevede okuyorum.

Uzun zamandır yurtdışında yaşadığım için Türkiye’de yürütülen siyasi tartışmalardan büyük ölçüde haberdar değilim, bireysel çekişmelerin oldukça uzağında kaldım. Bu durum hiç kuşkusuz bazı sözlerimin havada kalmasına yol açacaktır. Ama bu durumun aynı zamanda HDP üzerine yürütülen tartışmaları küresel siyasi atmosferle daha doğrudan biçimde ilişkilendirmemi de sağlayacağını ummaktayım. Gözlemleyebildiğim kadarıyla çeşitli şahıslar ve oluşumlar HDP’nin Türkiye’deki diğer muhalefet unsurlarla geliştirdiği diyalogun, özellikle geçtiğimiz yılki yerel seçimlerde izlenen stratejinin, yanlış olduğunu ve HDP’nin hedefleriyle uyuşmadığını iddia etmekteler. Bu gruplar içerisinde hem Kürt siyasi hareketinin temsilcileri hem de Marksist devrimci kimliğiyle ön plana çıkan çeşitli siyasi hareketlerin temsilcileri bulunmaktadır. Açıkçası, 31 Mart seçimlerinde ve sonrasında izlenen siyasetin HDP açısından sonuçlarının olumlu mu yoksa olumsuz mu olacağını kestirmek için henüz çok erken. Fakat bu stratejiyi yanlış bulan şahıs ve örgütlerin eleştirileri kestirilip atılacak, yokmuş gibi davranılacak türden eleştiriler değil. Bu bağlamda ben eleştiren isimlerin kaygılarını anladığım biçimiyle sıralamak isterim.

1) Siyasi iktidarlar salt iktidar partilerinden oluşmazlar. Türkiye’de de siyasi iktidar yalnızca Saray, AKP ve MHP’den ibaret değildir. Başta büyük sermaye sahiplerinin çoğunluğu olmak üzere toplumun çeşitli kesimleri bu iktidara dahildir. Bu kesimler içerisinde muhalefet partileri olarak görülen CHP, İYİ Parti, Saadet Partisi ve yeni kurulan küskün partilerin üyeleri de vardır. Tepkilerin bir kısmı bu partileri güçlendirmenin büyük resmi değiştirmeyeceği, HDP’nin odaklanması gereken daha öncelikli meseleler olduğu düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Yani işin daha açıkçası, her ne kadar tek adam iktidarına ve yükselen faşizme karşı diğer partilerin adaylarını yerelde desteklemek olumlu olabilecek olsa da, belediye başkanını CHP’nin veya İYİ Parti’nin çıkarmasının uzun vadede otoriter neoliberalizmle mücadele noktasında bir değişiklik yaratmayacağı, Kürt siyasi hareketinin güçlü yerinden yönetim ve demokratik özerklik taleplerine de katkı sunmayacağı düşünülmektedir.

2) Otoriter neoliberalizme karşı ortaya çıkan isyan hareketlerinden doğan siyasi partiler geleneksel siyasi parti formunun böylesi isyanları temsile uygun olmadığını göstermiştir. HDP, genel ve yerel seçimler odaklı bir siyaset izlemek yerine siyaset yapmanın farklı biçimlerine ağırlık vermeli, bu bağlamda da zaten devlet baskısından dolayı kayda değer kısmını kaybettiği enerjisinin kalanını CHPli belediye başkanlarına seçim kazandırmak ve mecliste diğer vekillerle kavga etmek gibi faaliyetlerle harcamamalıdır.

3) Kürt siyasi hareketi Kürdistan odaklı bir siyaset izlemelidir. Bu bağlamda enerjisini Türkiye siyaseti adına Ankara’da tüketmemesi, yereli merkezine alan ve Kürdistan’ın diğer bölgelerinde de etkili olabilecek bir siyaset izlemesi gerekir.

4) Muhalefet partileri iktidarın söylemini yeniden üretmekte; Türk milliyetçiliği, Sünni İslamcılık, otoriter neoliberalizm, cinsiyetçi ataerkil iktidar, göçmen ve yabancı düşmanlığı, anti-entelektüelizm ve anti-komünizm bu şekilde yeniden üretilmektedir. HDP’nin buna karşı bir cephe oluşturmaktansa bu söylemi yeniden üreten siyasi öznelerle ittifak girişimlerinde bulunması elde kalan mücadele zemininin de kaybedilmesiyle sonuçlanacaktır.


Bu kaygıları doğuran olguların varlığı reddedilemez. Başta Türkiye tarihinin tartışmasız en parlak siyasetçilerinden biri olan Selahattin Demirtaş olmak üzere siyasi tutsakların temelsiz iddianamelere dayanılarak bugün hala cezaevinde tutulmaları, HDP belediyelerinin büyük kısmına şimdiden kayyım atanmış olması, ihraç edilen akademisyenlerin hala görevlerine iade edilmemiş olmaları ve Kürt şehirlerinde artarak devam eden devlet şiddeti tüm bu kaygıların ortaya çıkmasında rol oynamıştır. Özellikle siyasi tutsaklar ve kayyım atanan belediyeler konusunda Türkiye’deki diğer muhalif partilerin umursamazlığı açıktır. Bu koşullar altında HDP’nin mevcut politikalarının eleştirilmesi de son derece meşrudur. Ama unutulmamalıdır ki, devletin baskısını tüm hücrelerinde hisseden, elinde kalan birkaç belediyenin de kayyım atanmakla tehdit edildiği, üyelerinin sürekli olarak tehdit altında olduğu bir atmosferde HDP üyelerinin çalışmaları, hemfikir olmadığımız politikalar doğrultusunda yürütülen çalışmalar olsalar dahi, çok kıymetlidir. Bu yüzden her türlü tartışmanın HDP’yi yıpratmak için değil HDP’ye katkı sunmak için gerçekleştirilmesi, eleştirilerin yapıcı biçimde ortaya konması, kırıcı olmaktan kaçınılması gerekmektedir. Ben de bu bağlamda yukarıda sıraladığım kaygıları çok kısaca değerlendirmek istiyorum.

1) HDP seçmeninin büyük çouğunluğu yerel seçimleri CHP adayının kazanmasını AKP adayının kazanmasına tercih edecektir. Bunun aksini iddia etmiyorum. CHP adayı ile AKP adayı arasında hiçbir fark olmadığını savunuyor da değilim. Bu kaygıları dile getirenlerin büyük çoğunluğu da bu noktada sanıyorum benimle hemfikir olurlar. Burada kaygı yaratan şey seçimlerde Millet İttifakı adayına destek vermenin, oy verilmesi için bu adayları işaret etmenin, dolaylı sonuçlarıdır. Bu durum Millet İttifakı mensubu partilerin meşruiyetini güçlendirmekte (İYİ Parti’nin ve Saadet Partisi’nin de bu meşruiyetten pay aldıklarını unutmayalım), HDP’ye ise meşruiyet kaybettirmekte, HDP’yi ittifak yapılamaz, gayrımeşru, bir siyasi oluşum olarak işaretlemektedir. Yani HDP, oy verilmesi için CHP adaylarını işaret ettiği noktada kendi varlığını temellendirmek konusunda ciddi sorunlar yaşamaya başlamıştır, bugün de hala bu sorunlarla boğuşmaya devam etmektedir. Bunun yanısıra HDP’nin yerel seçimlerde Millet İttifakı adaylarına oy istemesi, demokratik özerklik taleplerinin meşruiyetini de zayıflatmaktadır.

2) HDP’nin seçim odaklı siyaset izlemesi bir takım kazanımlar sağlamış olmakla birlikte HDP’yi bugün çok dar bir alana hapsetmiş görünüyor. Bu konuyu salt seçimlere katılmak – seçimlere katılmamak ikilemi arasında düşünmek yanlıştır. Bir siyasi parti seçimlere katıldığı halde seçim odaklı siyaset yürütmeyebilir, seçimlere katılmadan seçim odaklı siyaset yürütmek de benzer biçimde mümkündür. Burada eleştirilen mesele HDP’nin seçimlere katılmış olması değil, Türkiye gibi seçimlerin şaibeli yürütüldüğü ve seçim sonuçlarının kayyımlar benzeri anti-demokratik mekanizmalarla hiçe sayıldığı bir ülkede seçimlere haddinden fazla enerji ayırmış olmasıdır.

3) Kürdistan odaklı hiçbir siyasetin Ankara’yı görmezden gelemeyeceği açıktır. Bununla birlikte Ankara siyasetine fazla kapılmanın güçlü yerinden yönetim ve demokratik özerklik talepleriyle pek uyuşmadığı da sanırım kabul edilir. Neredeyse kayyım atanmamış belediye kalmamışken hâlâ TBMM’de varlık göstermenin yalnızca Türkiye içerisinde değil uluslararası camiada da yaratacağı etki hesaba katılmalıdır. HDP’nin Meclis’teki varlığının hem TBMM’yi hem de mevcut hükümeti meşrulaştırıcı bir görüntü çizebileceği, sanki Türkiye’de demokratik mekanizmalar gerçekten işliyormuş gibi bir hava yaratabileceği görmezden gelinmemelidir.

4) Muhalefet partileri hem ayrımcı söylemleri yeniden üreten hem de ayrımcı söylemlerle mücadele eden kişileri barındırmaktadır. HDP de kendi seçmenine bu partilerin adaylarını oy verilecek adaylar olarak işaret etmekle artık kendini siyasi bir yükümlülüğün altına sokmuştur. Bu noktadan sonra bu adayların eylemlerinden, her ne kadar bağlı bulundukları siyasi partiler kadar olmasa da, HDP de bir dereceye kadar sorumludur. Haliyle HDP seçmeninin partisi işaret ettiği için oy verdiği bu adaylar ırkçı, milliyetçi, yabancı düşmanı, göçmen düşmanı, kadın düşmanı, LGBTİ birey düşmanı, Alevi düşmanı, Hıristiyan düşmanı vb. yorumlar yaptıkları takdirde veya bir takım devlet politikalarını destekleyen yönde açıklamalar yaptıkları durumlarda HDP genel merkezi de özeleştiri vermekle yükümlüdür. Şartlar bunu gerektirdi demekle bu türden meseleleri kapatmak mümkün olmaz. HDP belediyelerine teker teker kayyım atanırken HDP seçmeninin oyu sayesinde göreve gelmiş başkanların yaptığı ve yapacağı bir takım milliyetçi, devletçi, şovenist açıklamaların HDP tabanı üzerinde yaratacağı olumsuz etkinin önüne geçebilecek siyasi hamlelerin bir an önce gerçekleştirilmesi yararlı olabilecektir. Ayrıca, temsili demokrasiye ve seçim sistemine yönelik eleştiriler saklı kalmak kaydıyla, oyu pazarlık sonucu kullanılabilecek, bağra taş basıp kötünün iyisine verilmesi gereken bir şey olarak kurgulamak kadar demokratik özerklik temelli bir siyaset anlayışına ters düşecek çok az söylem olduğu yönündeki kanaatimi de burada paylaşmak isterim.

Konuya tekrar döndüğüm takdirde önerilerimi daha uzun biçimde yazacağım. Ama şu aşamada HDP’nin iki noktaya ağırlık vermesini gerekli gördüğümü belirtmek isterim. Bunlardan birincisi, uluslararası siyasetin aktif biçimde yürütülmesidir. Uluslararası sol ve otoriteryanizm karşıtı hareketler içinde daha aktif olması HDP’nin yararına olacaktır, zira otoriter neoliberalizmin temsilcisi siyasi iktidarlar Brezilya’da, ABD’de veya Türkiye’de olmalarından bağımsız olarak işbirliği halindedirler. Muhalif yapılanmaların da benzer bir işbirliğini oluşturmaları hayati önemdedir, bu türden oluşumlarda Türkiye’yi temsil pozisyonunun milliyetçi ve devletçi reflekslere sahip olan CHP’ye bırakılmaması önemli bir meseledir. Bunun yanısıra bugün hukuksuzluk ve tek adam rejimi dolayısıyla yurtdışında ciddi sayıda insanın oluşturduğu bir Türkiye diasporası mevcuttur. Bu diasporanın siyasi örgütlenmesinde HDP’nin öncü rol üstlenmesi, iktidar partisinden veya iktidarın söylem dilinden kopamayan muhalefet partilerinden yöneltilecek dış mihraklık, ajanlık gibi mesnetsiz eleştirilerden çekinmeden bu görevi üstlenmesi, kanımca önemli olacaktır. Son olarak, unutulmamalıdır ki HDP Kürt siyasi hareketinin bir parçası olarak Kürdistan’ın her bölgesindeki siyasi gelişmeleri takip etmek ve gerekli gördüğünde bu gelişmelere müdahale etmekle yükümlüdür. Yalnızca bu yükümlülük dahi HDP’yi uluslararası bir siyasi aktör olarak değerlendirmemizi gerektirir. HDP Türkiye’deki gelişmelere dair karar alırken tüm bu dengeleri göz önünde bulundurmalı ve aldığı kararların yalnızca Türkiye’deki iktidar ve muhalefet partilerini nasıl etkileyeceğini değil, aynı zamanda bu kararların uluslararası camiada nasıl etkiler yaratacağını, özellikle Kürdistan’ın diğer bölgelerindeki siyasal aktörlerle, Türkiye diasporasıyla ve küresel sol örgütlerlerle ilişkili olarak nasıl etkiler yaratacağını hesaplamalıdır.

İkinci nokta ise Türkiye’de alternatif yapılanmaların oluşturulmasında oynanacak roldür. Türkiye'de basının, akademinin, sivil toplumun, aktivizmin geldiği nokta çok vahimdir. Bu çerçevede muhalif gazetecilere, akademisyenlere, aktivisitlere ve sivil toplum örgütleri mensuplarına alan açmak neredeyse tamamen işlevini kaybetmiş TBMM’de çalışma yürütmekten daha acil bir iş olarak düşünülebilir. Bu bağlamda HDP’nin yerel örgütlenmelere öncelik vermesi, alternatif yapılanmaları desteklemesi, bunu da klasik bir siyasi parti kafasıyla değil tam da geçtiğimiz onyılda çok sayıda örneğini gördüğümüz sokak hareketlerine benzer bir mantıkla gerçekleştirmesi gerekir. Böylesi bir yaklaşım güçlü yerinden yönetim ve demokratik özerklik talepleriyle de uyumlu olacak, en azından Türkiye özelinde otoriter neoliberalizme karşı yeni cepheler açılmasını da sağlayabilecektir. Türkiye gibi siyasi parti disiplininin katı olduğu ülkelerde partilerin karar alma süreçleri genellikle hiç şeffaf değildir. HDP’nin çeşitli belediyeleri demokratik özerklik anlayışıyla uyumlu bir biçimde ve bu genel gidişata aykırı olarak oldukça şeffaf biçimde karar almakta ve siyaset üretmekteydiler, lakin bugün bu belediyelerin büyük çoğunluğuna kayyım atanmış durumdadır. Bu şartlar altında siyaset mekanizmalarının şeffaf biçimde işletilmesi HDP genel merkezinden beklenecektir, bu beklentinin son dönemde karşılanmadığını ifade etmek de sanıyorum yanlış olmayacaktır.

Hiç kuşkusuz bunları söylemekle HDP bu konularda hiçbir şey yapmıyor, hiçbir faaliyet yürütmüyor demek istemiyorum. Eminim eleştirilerini kamuoyuyla paylaşan diğer isimlerin çoğu da bu kanaatte değillerdir. Anlaşıldığı kadarıyla esasen öncelikli politikaların neler olacağı konusunda bir görüş anlaşmazlığı mevcut. Bunun bugün tartışılması tüm ezilen, sömürülen ve ötekileştirilen özneler açısından olumlu olacaktır düşüncesindeyim. İstemeden kırıcı olabilecek bir laf ettiysem peşinen özür diler, kamuoyuna saygılarımı sunarım.

Not: HDP'nin belediyelerine kayyım atanması ve belediye başkanlarının gözaltına alınması haberlerini aldığımız böylesi bir günde bu konuya dair yazı yayınlamanın uygunluğu konusunda tereddüt içerisindeydim lakin sonuçta bu gelişmelerin tam da böylesi meseleleri tartışmanın aciliyetini ortaya koyduğuna karar verdim. Bu bağlamda, HDP bir an önce seçmenlerinden oy istemek suretiyle seçilmelerine doğrudan katkıda bulunduğu belediye başkanlarına yönelik somut eylem çağrısında bulunmalıdır. "Yeri değil, zamanı değil" türünden gerekçelerin durumu kötüleştirmekten başka bir şeye yaramadıkları açıktır. Kayyımlar karşısında HDP ile eylem düzeyinde dayanışma göstermeyen siyasi oluşumlarla ilişkilerin sürdürülmesini rasyonel bir biçimde izah etmek uzun zamandır güçleşmişti, şu anki koşullarda ise mümkün olmaktan tamamen çıktığı kanısındayım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Zapatista ayaklanmasının 30. yıl dönümü kutlamalarından izlenimler

1 Ocak 2024, Zapatista ayaklanmasının otuzuncu yıl dönümüydü. ABD, Kanada ve Meksika arasındaki Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması’nın ...